Pazar, Aralık 24, 2006

Tek

>>>>Yazmak.. Bir tutku.. Hatıraları aktardığım notlar.. Geleceğe saygı ile.. Yazmak; dudaklarımın kelimeleri dizişinde kifayetsiz kaldığı, zamanında paylaşamadığım, aktaramadığım ama paylaşabilmek için, çılgınca o tüm kelimelerin kalbimden sökülüp atılması.. Bir rahatlamadır çoğu zaman; yazmak.. En azından benim için.. Yazmak korkutur bazen.. Kimselere gösteremedigim yumuşak dokumu kabuğumdan kurtulup sergilediğim anlardır yazmak.. Eğer tanıdığım birileri benim yazdıklarımı okuyorsa; yazabilmekse..... işte o anlarda en zorudur doğru dürüst yazabilmek... Eğer tanınıyor, biliniyorsanız; İçten olamadığınız o anlarda yazamam ben.. Kırılganlıklar ve hassasiyetler ürkütür beni.... Tanınmak; düşüncelerinizi dizginleyen bir seyis gibidir.. Sonunda her bir yazımı okuyan, beni bilen, sevgi ile yaklaştığın tüm o insanlar için bildik birileri olmakta, dürüstlüğüme darbeler vuruyor.... Yazdıklarımla kendi kendime gem vurmak, fikirlerimi kanatıyor.. Yaptıklarım yaşadıklarım, yazdıklarımdan aldığım keyif kayboluveriyor.... kaçırıyor beni daracık köşelere... Belki bu yüzden, şu an; kaçıyorum..... Uzaklardan bakarken her bir şeyimi verebileceğim kadar yoğun yaşadığım, birlikteliklerimden zevk aldığım herbir insanı.. Terkediyorum, yapayalnız köşemde.. Bu yüzden içinde boğulduğum hüzünlerime gömülüyorum canlı canlı.. Kendime saygımı kaybetmeden yoluma devam edebilmek için terkediyorum tüm sevdiklerimi... Artık yazdıklarımı kimselerin bilmediği ıssız bir adada gizleyeceğim.. hapsedecegim.... Tüm tanıdıklarımı hafızamda en güzel hatırladığım biçimleriyle saklayıp, yolculuğuma özlediğim mutlak dinleme anı gelinceye kadar tek başıma.........

Salı, Aralık 19, 2006

Hay Hay

>>>>Yazmaya vakit bulamıyorum.... Dışa döndü fikirlerim son günlerde.. Pek bir vakitsizim.. Pek bir ihtiyaç içindeyim.. Boşta kaldığım, tek başıma kendimi kendime adadığım zamanlarıma ihtiyacım..... Neler mi yapıyorum?.. Mesela artık TV seyrediyorum.. Haberlere bakıyorum.. Olup bitenleri, takıyorum kafama.. Pek bir meşgulüm; sormayın!.. İnsanların fikirlerine değil de biçimlerine takıyorum mesela.. Eski sevgililerimin saç modellerine yorumlar katıyorum-Hele bir beğenme!-........ Artık kendi düşlerime dalıp, dışında kalma niyetinde de değilim hayatın.. İnsanların içinde olupta en tepede olmakta istemiyorum!.. Ne yoracağım kafacağızımı o kadar.. Tam ortasında olacağım ben..... Her şeye en yakın olan o nokta da konumladım kendimi.. Göbeğinde, çakra'sında artık ne derlerse.. Evet kesinlikle bu bana uygun... Herkeslerden çok farklı da değil ya oynadığım rol; o yüzden farklılığıma da inanmıyorum artık.. Tekliflere açığım bu aralar... Açığım; haydi birlikte bir şeyler yapalım diyenlere..

Islahiye; Hatay,2006 © TOA

>>>>"Bu akşam Rakı-Balık yapacağız, gelir misin?" -"Hay hay! Balık bayat olmaz umarım" (ya bir sus Dreamer)-
Hatta tekliflerde türetiyorum birilerine;
"Haydi slayt gösterisine götüreyim sizleri..." diyorlar ki "Hay hay"
Hatta bazen aşırıya kaçıp yönlendiriyorum insanları, -tabi ayak uydurabilirlerse bana-..
"Efes Blues festivaline gidelim mi?.. Bakın çok övüyorlar..Akşama da bırakırım sizleri?" ?
- "Şey mey!... Yorgunuz Abi!"
-Bu arada müthiş keyifliydi... Konuyu dağıtmayalım-

Islahiye-2; Hatay,2006 © TOA

Güneşe çıkarıyorum gri kıyafetlerimi bazen.. İçindeyken bende ısınırım belki.. Tanrım, ben böyle günlerde nedense hiç kederlenemiyorum.. Tam tersine, her şeye gülüp geçebiliyorum.... Güneşli günlerde yapmak istediklerim ve ben.. dolup dolup taşan... Özgürlük ve yürek çırpıntısı...

Islahiye-3; Hatay,2006 © TOA

>>>>Birde hayatıma birilerini batıra batıra, daldırıp çıkartıyorum ki!.. Hayatımın sevgili misafirleri, düşlerimin ufacık birikintilerinde siz de boğulun istemiyorum.. İstemiyorum işte!.. Kurtulunca sevgililerden tiyatral bir gösteri sunuyorum izleyenlere.. Vodvil tadında takılıyorum birilerine bazen.. Sataşıyorum.. Bayılıyorum o gıcık anlarıma..

Islahiye-4 ; Hatay,2006 © TOA

>>>>Bakakaldığım birilerinin gözünden yansırken tatlı bir tebessüm, kanatlanıp göç ediyor kalbim.. Sesleniyorum; "ben gidiyorum dostlar".. "İşim var gelirim birazdan".. Ayağımı yerden kesen taşıtıma atlayıp, son sürat yük seks es müziğin eşliğinde, non-stop toy bir liseli edasıyla, trafiği alt üst edesim geliyor.. Endorfin yerini Adrenalin e bırakıveriyor işte o zaman.. Ufak bir tebessüm oluşuveriyor suratımda.. Küresel ısınma, Mevsimlerin şaşması vs. kafamı karıştırdı.. Belki; muayyen bir hal içindeyim.... Bilmiyorum.. Bu aralar; böyle günlerde nedense ben; her bir eyleme "Hay hay! ben de varım" diyi-veriyorum....

Pazartesi, Aralık 04, 2006

Yansımalar

>>>>Gözlerimi kapatıp derin bir soluk aldım.. Açılmak istemeyen gözlerimde dindiremediğim bir heyecan var.. Yavaşça damarlarından çekiliyorum içine.. hissediyorum.. diken diken bir ürperme üzerimde.. kuşatılmış, sevdalı bu kent yerli yerinde.. Güneşin kanatlarına değemediği periler, bazen sitem içinde..
>>>>Haftanın bitimi, koca kentin göbeği, uzatmalı bir sevdalı..... Istanbul'da..

Munzır Yaylası ; Hatay,2006 © TOA

>>>>Kocamış, buram buram özlem kokan sevdalıma, uzaklardan minik bir sürpriz yaptım bu hafta sonu.. Pek değişmemiş.. Istanbul a gelirken amacım elbette farklı idi.. Dönüşümde "artık bir zaman" kaldı elimde.. Tam da giderayak.. Yolum istiklal caddesine düştü.. bu ne tesadüf.. öyle mi dersiniz?.... İstavrit' te kitaplara baktım biraz.. Ust katında oturup gelip geçenleri gözlüyorum.. Nescafe mi de yudumluyorum bir yandan.. Çantamdaki kitabı okumak istemiyorum aslında.. Perilerin fısıldayışıyla hikayeler önümde sıraya dizilmişler.. Bazen; hikayelere dalıyorum bende işte.. bakınıyorum.. Düşünüyorum.. Yorum katmak istiyorum hayatlara.. gelip geçenlerin hareketlerine -pek sevdiğim- genellemelerle güzellemeler yapıp, içinde yaşadığım hayatı renklendirmek istiyorum.. Hele siyah-beyaz yaşayan insanların derinliklerine sözcükler ile dokunmak.. olanları, onları yorumlamak.. insanları hayalimizde yarattığımız sahnelerimizde canlandırmak.. iplerinden salındırdığımız kuklalara dönüştürmek.. Belki bir düş, bir kurmaca benim yaptıklarım....

Munzır Yaylası-2 ; Hatay, 2006 © TOA

>>>>Tanımadığım ancak bildiğim bir sone.. gizli bir ilişki.. Arsız bir beden.. aceleci bir çocuk.. bıyıklarına asılıp sallandığım bir ihtiyar.. bembeyaz, uzun yeleli bir midilli.. sırtında, sevdalı, güzel gözlü bir fotoğrafçı...... Bir kadın.. Sevgilisinin kollarında nasılda uçarcasına.. Sonra hemen bir çift göz üzerime dikilmekte.. -bakıldıklarını nereden anlarlar?-...... Akordeon çalanlara alkışlarla ritim tutmak.. kendini kaptırmak, unutmak.. bohem bir öğrenci olmak.. yukarılara bakınırken, çantasından çıkartmaya cesaret edemediği pek kıymetli Makinası için, nadide bir detay arayışında.. Onüne dikkat et arkadaş! bakınırken paranı çalacaklar.. "üç beş kuruşumun ne önemi var ki!" diyorsun değil mi? Keyfe keder yaşamak güzel.. haklısın!. İşte hayat.. Düşler içinde geçmişte sonu gelmez bir yolculuk..

Munzır Yaylası-3 ; Hatay, 2006 © TOA

>>>>Gözlerimi kapatıp dalmışken.. Damarlarımdan çekilirim içime... Diken diken bir ürperti.. belki ısınırım üzerimi örtsem.. Örtünsem yaşamdan yansımalarla..........

Perşembe, Kasım 30, 2006

Alesta!

>>>>İş çıkışı dışarıda bir şeyler atıştırdım.. Evimdeyim.. Elbiselerimi dolabıma ağır hareketlerle yerleştiriyorum... kendimle baş başa iken hep bir sorgulama ve düşünmek.. korkular.. kurgulanan bir hayat.. bir kurmaca.. bir düş.. kafamın içinde paranoyak bir tepkime.. Alışkanlık mı, Alışkın mıyım yoksa?.. Düşlerim ve ben.. Tek başımayken daha bir gerçekçi.. Tapınaklara sığmayan bir etik anlayış.. yargılama.. sorgulayış.. Çerçevelerden bağımsızım... En azından tek başımayken.. Anlatılması zor bir içindelik durumu..

Anadolu Kavağı-3 ; Istanbul,2006 © TOA

>>>>Bilgisayarım başına geçiyorum hemen ardından.. Biliyorum ki çok gelen giden yok.. Beklentim yok.. Okuyorum başka başka bloglara yazılanları.. Nedense takılıyorum gene zynep in yazısına.. Ne kadar hoş anlatmış.. Okuduklarım ile üst üste örtüşüyor.. Yaşananlar, düşünülenler birbirini bütünlüyor sanki.. Sanki bilinmişim, önceden kurgulanmış, kurulmuşum.. Dedim ya hafif bir paranoyaklık, komploculuk var bu işte..

Anadolu Kavağı-4 ; Istanbul,2006 © TOA

>>>>Yıllar önce ben üniversitelerdeyken dönem arası tatilinde ilk aşkımı yeniden görmek için İzmir'e kaçmıştım.. İzmir deki sevgilim ile yollarımız ayrıldı bir h.sonu.. Gelmedi o en sevilen.. "Elbet en doğal hakkın".. demiş; tek başıma Eski Foça' ya gitmiştim.. Şubatın o en sıcak günü.. Siyah tişörtüm, üstünde grunge kareli gömleğim, toplanmış uzun şaçlarım..... Balıkçıların sahildeki şarap sofrasına davet edilmiş, soğan şarap ekmek üçlemesine katılmıştım.. Sonraaa, Sonra Emekli bir banka memurunun takasına binip, ağlarını yamarken denize karşı, Foça'nın Alpine otellerinde yetişmiş insanlarının tarihini öğrenmiştim.. Ardından, Vesilesi ile de sahildeki bir balıkçı lokantasında öğrenci indirimiyle balık yemek.. Mmmm o ne leziz bir barbundu, hala burnumda kokusu... Güneşin batışına ortak oluşum...... Hemen yan masamda; kasketleri başında, Atilla İlhan tadındaki dedeler, Şaraplarını yada rakılarını yudumlarken; Emile Zola, Balzac, Voltaire ın eserlerini Fransızca orijinalinden seçme paragraflarla eleştiriyorlardı -hayranlık!-..... Yalnızca dinledim.. Egolarını bir kenara atmış özgün, güçlü bireylerdi.. Yalnızca düşledim... Artık başkalarının doğruluğunu düşünmediğim dürüst gerçekçi insanları....acı sözlü tatlı dostları.. Tutku ile görünmez bağlarla bağlandığım bir kadını.. kültürel bir elit toplumun barındığı, sahil kenarında, sakin bir kasabada yaşamayı....

Anadolu Kavağı-5 ; Istanbul,2006 © TOA

>>>>İş hayatımdan çok sıkılınca bazen hayatın, müziğin ritmine kulak veririm.. Şarj olurum.. Bazen demir aldığım o düş gemisiyle yelken açarım Eski Foça'nın balıkçı barınaklarına.. Yelkenleri ihtiraslarım ile doldurup, teknemi umuda tıramola edip, bağırırım tüm hayal gemisi yolcularına: "Alestaa".....

Anadolu Kavağı-6 ; Istanbul,2006 © TOA

Perşembe, Kasım 23, 2006

İdea

>>>>Penceremin önünden ıslıklar çalarak geçti rüzgar.. Titrek ve ürkek bir beden.. Pek değil, az önceleri söylenmiş gereksiz bir söz.. Kafamın etrafında dolanan, daldan dala, gezgin bir düş.. Oturduğum dairemin etrafında uğultulu bir esinti.. Sarmalıyor beni dört bir yanımdan.... Ve bir akrabamın sözleriyle kazınıyor tüm o gereksiz fikirler..

Anadolu kavağı-1; Istanbul,2006 © TOA

>>>>"İyi hoş anlattıkların ama ya ideallerin, bu muydu gerçekten istediğin?..........."
>>>>Neden silemiyorum.. Neden bu kadar önemsiyorum?!.... Her şeyi... ya da gereksiz bir çok şeyi... Boş veremiyorum bazen.... Neden?.
>>>>İdeallerim evet!.. Nedenlerimi ve Niçin'lerimi; terasımdaki küflerin arasına gömerken, ben mi yok oluyorum.. Kayboluyor muyum ötmeye pek heveslendiğim çöplüğümde?.. Doğru mu tüm o denilenler?!.. Gençliğim de "yaşamak para' dan bağımsız olmalı", "özgür insan, özgür ülke" diye söyleyen, söylene söylene söylenen.. Sesini bildikleri uğruna var gücü ile çalkalayan genç.. Dolup taşan, idealleri hayalleri olan o genç.. Eğer hatırlatmasalardı, seni bu kadar özleyeceğimi tahmin bile edemezdim......

Anadolu Kavağı-2 ; Istanbul ,2006 © TOA

Cumartesi, Kasım 11, 2006

Birlikte

>>>>H.sonu Istanbul dan annemin gelişiyle, o; çocukluğunun en güzel günlerini geçirdiğini söyleye söyleye anlata anlata bitiremediği; Antakya'yı görmek için yollara koyulduk..

Saint Piere ;Antakya,2006 © TOA

>>>>Geceydi.. hatta yarısıydı.. bardaktan boşalan, arabanın tavanında takırdayan yağmur damlaları yol boyunca bize eşlik ediyordu.. göz gözü görmez bir havada, çukurlu ve eski, bilmediğim bir yolda, bu görüş mesafesiyle zaten çokta hızlı gidemezdim... endişeliydik.. ya yolda kalırsamları kafamızdan atamıyorduk.. Sonra; O ıssız yolda bizim gibi delidolu ve vakitsiz Antebi terketmiş bir konvaya rastladık... Dört beş arabayı önümüze kattım.. Hızımızı düşürüp ipek yolunu andıran bir sukünette, yeni grubumuzla, sakin sakin yola devam ettim.. Annemin endişesi kaybolmuştu, eski Antakya hikayelerini ondan tekrar dinlemeye başlamıştım.. insanlar bir grup halinde ve birlikte iken ne kadar rahatlıyorlar.. içimizde yatan, özlemini duyduğumuz hep birileri ile birlikte olmak.. keyiflerimizi yada üzüntülerimizi birileriyle paylaşmak.. hatta sevdiklerimizle.. birlikte yaşayabilmenin olgunluğuna erişebilmek... burada daha sonra antakya da yaşadıklarımı uzun uzun anlatmak niyetinde değilim....... Antakya da konuşulanlar uzun ve ayrı bir konu bence.. O şehirler arası yolda geçirdiğimiz zamanın aksine güneşli ve güzel bir Pazar yaşadım Antakya' da.. İlk olarak Antakya' ya gidiş yolunda, birlikte ve ortak yaşamak hakkında kafamda bir flashback çaktı...

Sarcophagus ; Antakya,2006 © TOA

>>>>Kafamda; bizim küçücük ve evimizin ufaklıkları olduğumuz çağlara ait hatıralar canlandı.... şu boşta kaldığım anlarda aklıma, istemesemde, yolda takıldığım ve içimde biriktirdiğim fikirler geliveriyor.. Gerçek hayatın düş olduğu bir uyku halinde gibiyim.. Gerçeklerden uyanıp uyanıp, düşlere ayılıveriyorum..

Catholic Church ; Antakya, 2006 © TOA

>>>>O zamanlar ben lise çağlarındaydım -ne bileyim işte; belki de üniversite sınavlarına hazırlanıyordum- ... Babam, uzun sure oturduğumuz o lojmanların çok yakınında -belki 50m ötesinde- bir yerde çalışıyordu.. Her öğlen eve yemek yemeğe gelirdi.. Babam; O, soğumuş veya tuzu eksik çorbasını söylenerek içerken, annemde hiç bir zaman yemeklerle senkronize edemediği yada unuttuğu salatayı sofraya yetiştirmek için alalacele uğraşırdı.. bizde sofraya son anda yetişirdik kardeşimle.. Çantaları odamıza attığımız gibi dooğru sofraya koşardık.. ama çok acıktığımızdan değil!... babamızın bizi bekleyip, birlikte yemek yememizi istediğini bildiğimizden.. Oteriter bir babayla yemek yemek...

Sen Piyer ;Antakya,2006 © TOA

>>>>Birlikte yemek yemek önemli idi babam için... O zamanlar bu kuralı yıkmak yada o yemekten kaytarmak için ne numaralar çevirirdik.. bazen; okul çıkışı ayak üstü, o salçalı karışık tostları tıkındığımız halde, evdeki yemekleri gene de hızlı hızlı bitirirdik.. Zaten "evde yemek pişmişken dışarda yemek yemek" olur muydu hiç!.. böyle bir saygısızlığı biz yapabilir miydik!.. Yemek yemek ve o masa.. Masa; aynı zamanda ilişki kurmak ve hayata çizeceğimiz yolda bir felsefe edinebilmek için yapılan tartışmalarında ana üssüydü.. şimdi yeni yeni anlıyorum.. Siyasetten, iş yaşamındaki abukluklardan, diğer kadınlar ve annemin diğer ev hanımlarıyla munasebetlerinden ve daha bir çok konudan yemek masasında bahsedilir, o masaya yatırılır, otopsi edilirdi.. Bu toplantılar ailemizin bir dökümü, bilançosu idi aslında.. Oradaki verilere göre aksiyon planı hazırlanırdı kanımca.. ee bir mühendisin oğlu olmak hiçte kolay değil.. paylaşmak; huzursuzluk verici bir ciddiyette de olsa, gerekli idi.. birlikte olmak, bütün olmaya çalışmak motive ediciydi.. Sinerji ise çok az zaman yakalanabildi..

Antkaya's street ; Antakya, 2006 © TOA

>>>>Bugün yeni taşındığım evime bişeyler yapmak için öğle vakti evime gittim.. Evde annem ve antakya?dan bir arkadaşı, misafirimiz, vardı.. kapıyı bu saatte açıpta, evde bir haraket, bir ses duymak ne kadar da garibime gitti.. Ve sonrasında neden oldu bilmem; o Antakyalı, o çok sevdiğim Saadet Ablam bana: "Gittikçe Akif'e daha çok benziyorsun. Ses tonun, tavırların...... " gibisinden birşeyler dedi.. Benzemek, hem de; O benim küçükken hiç beğenmediğim Babama... düşünsenize!.. Biran kendimi evli ve çocuklu bir baba gibi düşledim.. Daha o kadar da çocuk sahibi olmak istemesem de; evimde, paylaştığım, hayatımda olanları aktardığım, biçimine ve şekline düşünsel olarak etki ettiğim insanlar olduğunu düşledim.. Bugün ömrümde belki de ilk defa ben; Evlenmek istedim...

Saadet teyzem ve Antakyalı çocuklar ; Antakya ,2006 © TOA

Cumartesi, Ekim 21, 2006

Ellerimde

>>>>Geçmişten kalma bir düşünce var hala aklımda.. hala bu konuyu yazmak istiyorum.. Bir kadını neden mutlu etmek isterim?!.. Onun kendini en yalın haliyle yanımda olduğunu neden bilmek isterim?!.. Anlatabilecek miyim acaba!......

Fair Lady-1 ;Eskişehir,1998 © TOA

>>>>Bir arayış varmış.. İstenen; en çekici kadını, en çekici erkeği bulmakmış.. Daha bir mutlu yaşayabilmek için hayatı paylaşabileceğimiz bir eş... Arayışımız... Hep en çekici kadın(erkek) mı mutlu eder insanı?... Sanmıyorum.. belki de aramamak gerek!..

Fair Lady-2; Şile,2005 © TOA

>>>>Sonra bir bakarsınız; ansızın, mutlu, bilinmez olaylar dizisi başlar.. Bazı kadınlar vardır, daha bir çekicidir ellerinizdeyken.. Sevişirken.. Bakışıp, öpüşürken.. Kaçacak diye ürkmez, türlü oyunlara başvurmazsınız.. eğer kabullenebildiyseniz her an gidebileceğini... Kadın özgürse.. Siz de doğalsınızdır.. En özgür haliyle, kendi isteği ile yanınızdaysa -en güzel yanı da budur zaten- mutlu eder her haliyle sizi.. Avucunuzun içinde bile olsa her an uçup gidiverecek kadar özgür olmalıdır kadın.. Düşünmemelisinizdir.. üzülmemelisinizdir eğer giderse diye.. önemsediğiniz eğer yaşananlar ise; her uzaklaştığında kendiliğinden şiddetlice dönüverecek kadar tutkuyla tutuşmalıdır bedenler.. Gözlerin kısıldığı, düşüncenin artık beyninizde barınamadığı, uyumun nefes alıp vermek kadar doğal, soluk soluğa olduğunuz o anlarda, parmaklarınız kendiliğinden dokunur kavrulan o bedene.. dokunmak en güzelidir belki de anlatabilmek için......

My Friend; Istanbul,2006 © TOA

>>>>Sevişmek kutsal bir tören gibi olmalıdır.. Adanır bedenler birbirine.. Düşüncesiz bir andır.. Fikirlerin soluklaştığı.. aklın bedeni terkettiği.. işte! o anlarda sevişmek en güzeli.. Kokuların karıştığı, tenin tene dokunduğu her an, sevgilinin yanında "ben" yoktur; "O" vardır.. O' nun içindir her şey.. Konuşarak olmasa da bakışlarla paylaşılır -konuşulacaksa da fısıldanmalı-..... Ne harcanan onca paralar, ne umursamaz bir kuaförün yalan yanlış sözleri, hiç biri mutlu edemez bir kadını aslında.. Kadına, sevgiliden fısıldanan ufak bir beğeni sözünün yanında hepsi bir hiçtir.. Kadın erkeğinin ellerinde daha da bir güzelleşir.. Ben en azından öyle olduğunu hissederim.. İhtiyacı olmasa da o her bir övgüye.. Önemsenmek.. Bilinmek.. istenen, sevdiğinin yüreğinde delice arzulanmak.. Kadını daha bir çekici kılan; kadının, beğeni sözcükleriyle işlenen masum yüreğidir belki de.. Öyle bir haldir ki bu, ifadeye yansır anında.. Bakışlardadır tutkusu.. Tüm o yorgunluğa inat, rengarenk.. Ve bir peri misali, daha bir çekici sevdiğinin elindeyken o kadın.. kadın buğulu bir güzellikte...... Ben, o sabahları ışıltılı ve doğal haliyle daha bir beğenirim kadınımı.. Benim elimde daha bir güzelleşti, derim.. Övünmem.. Sevinirim.. Perdelerin arasından sızan sabah güneşi çarşafların içinde kıvrılmış o çıplak bedene dokunurken.. Uyanmış onu seyrederim.. O gözler ne kadar da masumdur, kalbinizi kamaştıran ışıltılı sabahlarda... O gözler neden gizlenir, kirpiklerle kafese alınmış kapakların altında.. Kamaştıran; çekiciliğidir kadının aslında.. sabahsa, kuş sesleri ve yeşilin kokusuyla rötuşlar o güzelliği.. En saf haliyle en güzel halidir o kadının.. Sevildiğini bilmek ve olmak bir sevgilinin yanında....işte demek istediğim bu aslında; Mutluluk, ellerimdeyken mutlu görmek bir kadını............

Çarşamba, Ekim 04, 2006

Istanbuldan kalanlar

>>>>Ayrılmak; kaçmak değilmiş.. Belki bir ara verebilmek, sonrasında dönebilmek.... Önemli imiş ara verebilmek koşuşturmacalarıma.. Başkalarının isteklerine ve sonu gelmez tereddutlerime.. Güvensizlik içinde yaşadığım bu kentten..... Ayrılmak.. Özleyebilmek için.. Her dönüşünde daha bir tadına vararak yaşayabilmek için.. Farklılıkları görebilmek, "vay be! neden görememişim daha önce" diyebilmek için miymiş; ayrılabilmek.. Sıkış tepiş, kasa kasa balık istif olmuş insanları otobüslerin içinde gördüğümde.. insanların ürkekliğini ve içine kapanıklığını hissettiğimde.. ifadelerdeki bıkkınlığı ve sabah mahmurluğunun üstünden atılmasıyla, sarılan, saldıran çatlak elleri gördüğümde.. "Ayrılabilmek çözüm değil halbuki!" dediğimi hatırladığımda.. Cevaplar kendiliğinden geliyor kulaklarıma.. Ayrılmak; görebilmek, yeniden yorumlayabilmek içinmiş herşeyi..

Galata Köprüsü; istanbul,2006 ©TOA

Pazartesi, Eylül 11, 2006

Uzaklar (Arınmak)

>>>>Degisik yerler gormek isterdim hep... Oylesine deli dolu maceraperest bir insan olmak mesela.. Indiana Jones misali, safari ceketler giyip, bol cepli yelegim ve balıkci sapkamla, issiz kimsenin bilmedigi yerlere gitmek.. kesfetmek.. sirt cantami tika basa degilde ihtiyacim olacak kadar hafif esyayla doldurup, yollara dusmek isterdim.. heyecanla.. Yollari sonuna kadar katetmekti hedefim.. Belkide hala oyle.. "Ozgur oglan" diye takilirdi bazi arkadaslarim.. Ah! o reklam hic olmasaydi keske.. Taklitci olmayi hic sevmem aslinda.. Yediremem kendime........ ikna etmek zorunda olmak ne kadar can sıkıcı su an.... bosveriyorum bu konuyu...

Hierapolis Antique Theatre; Denizli,2006 © TOA

>>>>Ozgurlugume duskundum ben.. Baglanamadim cogu kisiye, fikirlere, okuluma, kentlere ve sevgililerime.. Elimin tersi ile itiverdim vaad edilmis tum guzellikleri.. Bilerek; istemeyerekte olsa... kusulmeden, kirilmadan, incinmeden.. Uzaklasirdim.. En saf haliyle dogalligimi paylastigim o insanlarla sonlandirabilmek herseyi, cok zordu..... Bir ara 29 saplantim vardi.. Sevgililerimle-sayilari cok fazla olmasa da- 29 gunun otesine gecemezdim.. Ilerledikce beraberlikler, bir aliskanlik olustukca; sondurebilirmiydim o kor atesi..... Ustelik hic kimseler o kadar erken bir vakit icin uzerime titreyemezken.. Degerim bilinemezdi nasılsa degersizligim kadar.. neden bilinmek isteneyim ki.. ugrasilayim..... Benim talebim de yoktu zaten... Uzmeden, deger verdiklerime unutturabilirdim kendimi nasilsa.. Sonunda yalnızlıgimla basbasa kalirdim.. Bilerek; istemeyerekte olsa.. Tanistim; paylastim fikirleri, tum guzellikleri.. "bu adamla neden konusuyorsun ne bir daha goreceksin ne de bir daha konusma sansin olacak" denilse de.. konusurdum.. Fikirlerini alirdim insanlarin.. Varsa anlik paylasilabilecek guzellikler, yasardim o insanlarla.. Hersey olabildigine dogal olmaliydi iste!... Hayatimda deger verdigim sahiplenemedigim ancak ayrılıp uzaklastigim diger tum insanlar gibi onlar da bir tebessum yaratiyor hala yuzumde...

Pamukkale-1 Denizli,2006 ©TOA

>>>>Icimde ki merakı oldurunceye kadar bir arayis devam edecek.. Icten gulumsemesiyle puslu merakimi en derin yerimde hala saklarim.. Icimdeki cocuga gulumsemek isterim.. Hala yerinde oldugunu bilmek isterim... Merakimi korukleyen aslinda o gidislerimdir, bilirim.... "acaba nolacak simdi".. "hadi bakalim".. acabalar.. Denemeden bilebilir miyim dusuncesi... Yurek cirpintisi... Soluksuz bir heyecan.. Sonunda.. "işte gidiyorum!"..

Pamukkale-2 Denizli,2006 ©TOA

>>>>Uzaklasacagim o anlarin oncesinde, bir basima geride biraktiklarima huzunlenerek bakarim.. Sessizce koseme cekilip, derin bir muzigin kulaklarimda süzülüsüyle, hayallere demir atarim.. Issiz bombos bir limanda arinirim gecmisimin kotu ve en sevmedigim anilarindan... katarsis.. Yuregim yeni gelecek baslangicin merakiyla cilgin gibi cirpinirken.. ve bir kus heyacaniyla urkmesi dogalken.. Istedigi anda ayaklari ile esneterek o dali ucuverecek gibi hazırımdır.. bilirim, gidebilirim... bilerek; istemeyerekte olsa........ Hayat denen bu oyunda her bir perde ayrı bir suprizle acilabiliyorsa eger.. Icimdeki merak rahat birakmiyorsa beni.. Perdeler acilir kapanir durmaksizin.. Yenilenir; sahneler, dekorlar ve unutulmaz kahramanlar...

Antique Pool Denizli,2006 ©TOA

>>>>"-Nereden cikti tum bu fikirler simdi?" ..... "-bilmiyorum"...... Denizli de bir internet cafedeyim su anda.. kulakligimi taktim ve aklimda dusunceler, klavyenin tuslarina dokunup duruyorum.. Bu aralar terkediyorum bir Askimi daha.. Gidiyorum.. Terkediyorum; Baglandigim ama doya doya yasayamadigim Askimi... Gidiyorum o en sevdigim kentten.. Askim Istanbul'dan...

Pazartesi, Ağustos 28, 2006

Aralı Yorum

>>>>Bağımlılıklar.. Bağlanmışlıklar.. özgürlüğüme gem vuran tüm o değerler.. benim için üretilmişken, sahip olmamın bana bir ayrıcalık yarattıgını sandigim, ancak sonunda esir olup ona ait oldugum... bagimliliklar... Acaba tüm o keyif vericilerden biri mi oluyor Internet benim için.. bilmiyorum... Özgürlüğüme gem vuran ama her seferinde zevk almama ragmen vazgecebildigim hersey gibi, sonunda seni de terk edip gidebilecek miyim?.. denemeden bilebilmek mi?.. bazen imkansiz onceden bilebilmek....

Yildirim, Eskisehir, 2002 ©TOA

>>>>Simdi gözetleme deliginden bakip merakimi çildirttigim o kapıyı, dizlerimin ustune comelmis usulca aralıyorum.. loş soluk bir isik suzuluyor gözlerimden.. sessizligin uzerine tabakalar döşenmis.. sesler ne kadar da karmasik; bir bilebilsem, ayırabilsem.. dengesiz.. apartmanin holünde yankilanan aci bir fren sesi.. çözümleyemediğim bir şoför serzenişi.. Çağirdigim asansördense birileri mırıldanır gibi.. asansörde müzik; bugun ne kadarda kalitesiz.. geri donup, kapıyı kapatip cesaretimi mi toplamali?.. artık evin içinde winamp ım da acik degil ki.. bence artik yalnızlığı pekistirip, sessizligi dagitmamali... alisabilmek icin denenmeli dusunulmeden...... sevmesem de bindim o asansöre.. katlari bir bir indiriyorum aşağıya.. bu aralar masmavi birileri beni arayacakti.. sonra.. son canim sevimlimden bir mektup gelecekti.. hani!..?.. neden inbox um bomboş hala?.. Apartmanimin girisindeki o şekilsiz kutu; neden inbox oldun şimdi!.. en azından ben çıkıp gitmeden yetiş bana ey mektup.. nerede kaldin?.. beni o en cok sevdigim gunesli gunlerimde bile evimin icine tikalayan internet.. Evimin içine Tik-a-layip; Tiklayip ögrenmelik bir hayat sunan internet.. biletimi aldim.. gidiyorum.. Aralı-yorum sensiz geçecek gunlerimin kapisini..

Perşembe, Ağustos 17, 2006

Kalabak Suyu

>>>>Arkadaşın terasında oturuyorum.. spor sonrası, terli ve susamışım.. Ruzgarı hissediyordum islak saclarimda.. hasta olacaksin sozlerine inat şu betonlarin icine gomulmuş insanlara daldirdim dusuncelerimi...düşüncelerimin arasından "susadın mı?" dedi bir dost.. hiç fena olmazdi ya!..hemen kabul ettim teklifi.. bir şişe su, kalın camlı buyük buzlu viski bardaginin yanında.. onume kondu.. Kalabak suyu yazılı şişeyi görünce içine dalinan tatli düşler sarmaladı beni nedense.........

Love Road, Eskişehir,1998 ©TOA

>>>>O zamanlar 11-12 yaşlarındaydim.. Yaz aylarında, sabahtan akşam ezanı vaktine kadar dışarda yaramazlık yapardık.. Bizden ve evin içinde yaramazlık yapmamızdan usanmış bir anne ve disari sabah erken kaçışlarımız... izinsiz, usülsuz.. yara bere yada toz toprak içinde eve donuslerimiz... kopan yaygara.. "ah! oglum, yaramaz oglum" deyisler.. Kabına sigmayan bir enerji ve merak..

The child from iraq, Eskişehir,1999 ©TOA

>>>>İşte öyle sabahlardan biriydi.. kavurucu bir sicak vardı... Sitemizin yanında bulunan toprak sahada toz ile toprak birbirine karışmış... bir gurultu bir patırtı.. hemencecik dikkatimizi çekti tabii ki... Merak bizi rahat koyar mı o zamanlarda, olay yerine akıverdik kosarak.. hatırlar mısınız o zamanlar hacilar otobusle giderdi Hacca.. Şehirlerde buyuk alanlardan otobusler kaldırılırdı.. Tam tabiriyle, tabii caizse; Ana baba, Dede Nine günü.. Yaşlı, sakallı dedeler; tulbentli nineler ve torun torbalar.. yanımdaki arkadasim hakkı, bize gore biraz daha dindar ve birazda tuccar zihniyette.. Durur mu?.. Bu sıcakta bu kalabalık kaçırılır mı?.. Hemen planları yaptık.. Asla yetişemedigim, o, 5 dakika sonrasında gorusmek uzere evlerimize dagildik........

Trekking to the Inonu hills , Eskişehir,2000 ©TOA

>>>>Eskişehir de gecti çocukluğum.. Ah o en guzel yıllarım.. Eskişehir de çocukluk... Sakin ve kendi halinde demokrat bir kent Eskişehir.. Kuru karasal iklimi ve şehrin can damari sayilan Porsuk disinda, kent pek bir hasretdir su birikintilerine... O yuzden dolar taşar Porsuğumun etrafı.. Eğlence, romantizim, sokak ressamları, sokak müzisyenleri.... Geç saatlere kadar Eskişehirin gençleri Porsuk ırmagi etrafinda.. Su hayatsa, hayat porsukla taşar Eskişehir'in damarlarına..........nedense içmek içinse su yoktur çeşmelerinde... Daha damacanaların ve su firmalarinin turemedigi yıllarda, her evin bir bidonu, her semtin su dagitan bir su tankeri vardi.. Şoförler bile isimleri ile tanınır, onlara, susuz kalınca sitem edilirdi.... "Bizim bidonu neden doldurmadan gittin Osman abi.. aşkolsun yani!.." --mesela yani şimdi ismini hatırlamıyorum, atıyorum tabii ki de-- ...... Bidonların kapaklarının içine, taklit parfümleri dolduran Akgül firmasının beyaz poşetleriyle su parası konurdu.. Yada biz hep ona koyardık.. Mahallenin yolsuz kalmış gençleri ise bu paraları toplar, ganimetleri ile Atari salonlarına yada misket satan bakkallara hücum ederdi... --bana bakmayın! ben asla calmadım--.....

Into the cave; Inonu hills-2 , Eskişehir,2000 ©TOA

>>>>"Tzzzzzzttt" diye öten o eski Ford kamyonun sesini duyunca, kardesimle isimlerimizi hep karıştıran Babam bagirir: " -........- su gelmiş aşağıya inip getir.." Ee! eve su getirmek erkek adamın işi elbet!.. Şimdi "eve ekmek ne zaman getireceksin bakalım" deyişleri hatırladıkça gülüyorum..... O zamanlar egemenlik kayıtsız şartsız ebeveynlerde idi..... Pazara kim gidecek sırası hakkında kardeşimle kavga ettikten sonra, Pazar arabasını alır, torbaları yuklenir, annemi o kalabalığın içinde kaybetmeden alışveriş yapardım.. Annem yapardı daha dogrusu.. Bense taşırdım.. Başka şansımız olmasa da severek yardım ederdim..... Yaşıtlarımdan başka çocuklarsa sıcak yaz aylarında bağırarak dolaşırdı o pazarlarda... "Aaaaaaliss Kaalabaaaak var mı Buzzz gibi su içeeen".... Bu onemli bir slogandır Eskişehir'de.. Daha tüp arabalarına megafon cingıl taktırılmadan evvel o çocuklar vardı........ Su satmaksa ticarete başlamanın yoluydu.. --öyle mi kandırıldı acaba bir kuşak..-- neyse!.....Eskişehir de herkes Kalabak suyu içer, siz bilmessiniz...

Porsuk, Eskişehir,1999 ©TOA

>>>> Haci adayları Mercedes 302S otobuslerinin onunde akrabaları ile helalleşirken ve ustlerinde o sıcak yaz ayına ragmen, bej rengi cubbemsi kıyafetleri ile dolaşırken, elbette susayacaklar.. Ben ve iş arkadaslari ise ayagimiza gelmiş fırsatı degerlendirmeyecegiz de...........?!...Evde buldugum potakal plastik sürahiyi doldurdum.. buzluktaki karlanmış ve buzlanmış yerleri çatal ile kırarak parçaları sürahinin içine attım.. toz toprak içindeki top sahasına koştum... Müsteri kapmak için dagildik duzensiz bir sekilde.... Pazarlardan gozlemlediğimiz ancak pratigini yapmaya hiç firsat bulamadığımız satış işlemini uygulamaya çalışıyorduk.. Hakkı arkadasim ses duzeyi olarak oldukça başarılı ve satış işinde iyi idi.. bense.. Sevimlilik ve çocuksu cazibemi kullanıyordum mu deesem?!.. hayır!.. sadece kısık bir sesle "Kalabak su" diyebiliyordum.. utanıyor, çekiniyordum.. Sonunda Sakallı bir dede beni durdurdu.. Dede mi desem amca mı desem?..işte öyle bir şey!... kıyafet, hitabet yaşlıcana ama gel gör ki cildi pek saglikli... neredeyse genç gibi.... o zamanlar anladım dede olmanın sirri sakalda.. Bardakları doldurdum sıra sıra sirlar kalesinin dedesine... hepsini bir bir içtiler...Maşallah! pek'te susamışlar.. Hani Garanti'nin reklami o zamanlar olsa... izlesem ve usul'ü öğrensem... Avcumu yere paralel kaldırıp sempati yaratabilsem dede de... Bendeniz; Direkt pat diye "(yok şu kadar) TL amca" dedim.. Amca-Dede karışımı insan birden hiddetlendi... Kukreyerek "velet e bak yahuu! sen git çeşmeden doldur sonra da hacca giden adamdan para iste...." sus pustum... boynumu büktüm, gittim..

My friends , Eskişehir,2003 ©TOA

>>>>Kalabak suyu beni ticaretten sogutan ürün belki de.... Paranin sadece mallarin degil, insanlarin da özünden saptıran bir degisim aracı oldugunu gosteren urun de belki Kalabak suyu...... Aslinda dedemsi insan hakli.. Ham maddesi sana ait olmayan bir urunu satmak hiçte durustçe degil... Sen Babanın suyunu al Dedeye sat....olmaaz... ee n'oldu sonra.. okudun da ne oldun?.. Sorarlar adama dimi!?.. Zengin olamadım, olmayacaktim da zaten ama....evet ama............Siz ne olmayı umuyordunuz ki..?..

Pazartesi, Ağustos 07, 2006

Kayıp İhtiraslar

>>>> Bir çocuk uyandı küçük yatağında.. Kalktı birden koşarcasina.. sağ yanında yatağının bir pencere; kendi kadar, pek minik.. Penceresinde görünen ne bir bina ne bir ağaç... Yalnızca koskoca bir ova.. sonsuz bir ova.. bir ova ki; buğdaylar rüzgarın kanatlarıyla dalgalanırdı ufka kadar... Bir denizi andırırdı bu ıssız ova.. Ovanın bir ucundan öteki ucuna , belki de tam ortasından, evine paralel bir tren geçerdi her sabah tam 6:30 da.. Kalkar, penceresinden bakar, kendisini görmeyen yolculara el sallardı.. içine kapatıldığı küçük ev ve hayallerine bile sığdıramadığı kocaman bir ova.. Annesi daha, ufak tefek diye tek başına salmasa da dışarı; o bir gün kaçacaktı, o kara trenin gerçek yolcularını görmeye.. Buluşacaktı o kimsesiz yolcularla, bir sabah tam 6:30 da... Ve o ovanın tam ortasından diğer yarısına bakarken arkasına dönerek uzaklardaki evine bakmak; geçmişine bakar gibi.. Bakınmak, nerelerden gelmişim ben diyerek başarmanın sarhoşluğu ile..

Ortaköy-1; Istanbul,2006 © TOA

>>>>Peki bu mudur başarmak? Bize büyük değerler kazandırmasa da başarmak; istediğine ulaşmak mıdır? Ya da istediğine sahip olmak.. Onun varlığının üzerinde söz sahibi olduğunu görmek? Sonunda güçlü olduğunu hissetmek midir Başarmak?... belki de hissettirmek!... Onun; trene varmak, sınırlarını aşmak ve bir yerlere ulaşmaktı tek isteği.. Tutku ile hayata bağlandığı tek gerçek, o trene vardığı an'ı yaşamak içindi.. çünkü tutkular bağlar hayata.. tutkular güç verir.. Terler dökülür hayaller için, ulaşamadığımızda döktüğümüz göz yaşlarımız kadar yoğun...... hırsları yoktu belki ama ihtiraslıydı.. Ne insanlar vardır; bazen uğruna ölünebilen ihtirasları ile... Herkes için birbirinden farklı ama önceden bilinemeyecek ölümcül ihtiraslar vardır yaşanması gereken..

Ortaköy-2; Istanbul,2006 © TOA

>>>>Bir sabahın körü, evin olgunları daha güne gözlerini açmadan, o giyiniverdi kısacık şortunu.. Soğuk marleye basıverdi minik adımlarla.. Dış kapı; gövdesine bastırılarak açılıverdi usulca.. Aynı sessizlikte çekiliverdi peşi sıra.. beklendi kapının dış tarafında... evin içine kulak dayandı, uyananların pek mümkün homurtularını beklercesine... belki korkuyordu.. gidemeyecekti o kadar uzaklara.. Yarı yolda kalacak, başaramayacaktı.. Biri uyansa hani ve onu durdursa.. Bu iş burada bitse... ama denemeliydi... hissettiği tek şey "gitmesi" gerekliliği idi... o kalbinin sesine inandı... merdivenleri, korkuluklarına tutunarak en dip kenarından iniverdi kat kat... Sabah soğuk, ürpertici ve yeni yeni ışımakta idi... karga sesleri "geri dön" der gibiydi.. "o kadar uzaklara sen gidemezsin, sen daha bir çocuksun"....... Yapraklarla birlikte yollara döküldü bir sonbahar sabahı.. güneşin güne merhaba dediği o ihtiras ovasına doğru minik adımlarla ilerliyordu.... Çimlerin üzerinde küçücük damlalar, damlalar bacaklarında, ürpertici bir soğuk ve yürümek.. Site çepeçevre dikenli tellerle çevirili idi... Dikenler, içine kapatılışımız; "güzelliklerden uzak dur" der gibi....... Farklı bir düzleme kurulmuş bu site, ovadan birkaç metre yüksekte idi.. Sitenin giriş kapısındaki görevlilere gözükmeden dışarı çıkamazdı.. dikenli tellerin içinden geçip aşağı inebilirdi belki... denemeliydi... dikenli tellerin arasından önce zayıf bedenini geçirdi.. sonrasında ise tek ayağını.... dikenli tellerin ardında, sadece ayakları üzerinde dik durabileceği kadar dar bir zemin vardı.. Ovanın bulunduğu aşağı yerde ise Çöp Tenekeleri....

Beyoğlu-1; Istanbul,2006 © TOA

>>>>Sirtını tellere vererek biraz ilerlerse.. çöp tenekelerini olmadığı yere ulaşabilirse........ ikinci ayağını tellerden kurtarırken birden takılıverdi dikenlere.. dengesini kaybetti ve çöp tenekelerinin içine yuvarlandı... başını çarpmış, kendinden geçmişti.. kendine geldiğinde apartman sakinleri ve babası başında idi.. gözünden yaşlar geldi ilk anda.... gidememişti.. bundan sonra da gitmesine izin verilmeyecekti... "ne işin var senin bu saatte, bu rezil yerde" dedi bir baba...babası.. hayallerini çöp kutusuna atıvermişti, kendisi ile birlikte.. Gitmek istemesinin nedenlerini başkalarına mantıklı bir şekilde anlatamayacağını ilk o anda öğrendi... hayallerine tutku ile sarılan o çocuğun ihtiraslarına ilk orada gem vuruldu...ihtiraslarını belki ilk o an' da kaybetti.. cesur kararlar vermekten, dilediği için her istediğini yapmaya kalkışmaktan, istemenin her şeyden hep daha önemli olduğunu bilmekten, ilk o anda vazgeçti.......

Beyoğlu-2; Istanbul,2006 © TOA

>>>>Birden, kendisine dokunan o adamın itelemesi ile ayılıverdi hayallerinden... "Eczane durağına geldik beyefendi" dediler.. Ne kadarda çabuk gelmişti... teşekkür etti.. Minibüsten indi.. Çocukluğunu düşündü yürüdüğü yol boyunca.. düşlere dalmıştı gene...--- uzaklar.. ulaşılmaz sanılan uzaklar.."neden olmasın!" deyişler.. neredeydi tüm bu düşünceler......Ayaklarından yer yüzüne bağlanmış küçük bir serçe ne kadar hoş ötebilir.. Daha ne kadar daha uçabilir sahibinin gittikçe kısalttığı ipin ucunda... menzil ne kadarda küçük.. hayallerim gittikçe sığlaşıyor.... Aşklarım vardı en azından.. Onlar; bu bilinmez çölde kendimi özgür hissettiğim vahalarımdı benim... Ya! tutkularım?!.. o cesur tavırlar ve kararlar nerede?..... bulamadım.. kayboldum ben o çöplükte ihtiraslarımla birlikte.. Kaybolan ihtiraslarım...

Beyoğlu-3; Istanbul,2006 © TOA

Cumartesi, Temmuz 22, 2006

Mektuplasmak

>>>>Nereden geldi aklıma bilmiyorum.. Kısa bir süre önce sevgi dolu, yogun bir hafta sonundan sonra bir güzelle sözleştim.. Uzaklaşmış, Ayrılmıştık.. Mektup yazacaktık birbirimize.. Mektup yazmak tıpkı eski bir sevgiliden, geçmişten geleceğe bir nesneyi yollar gibi.... ama öyle bir nesne ki; içinde insan var, fikir var, duygusu, kokusu var.. solmuş yapraklar, parfümünden bir kaç damla, hüzünlerinin pınarından bir kaç damla var bazende... yazıları okurken neler düşünmüş anlaşılır kaleminin titremesinde.. Susadığını ise kalemini değiştirmesinde... hissedilebilecek ne kadar çok işaret var mektuplarda.. MEKTUP larda sanki anlatılan paylaşılan daha çok değer var..

Istanbul Unv-1, Beyazıd Meydanı, 2006, istanbul © TOA

>>>>Bir mektup yazmayalı ne kadar uzun zaman oldu.. Beni bilen anlayan biri ile parmaklarim ağrıncaya kadar yazışmayali, yazmayali, paylaşmayalı mektupları.. ne kadar uzun zaman oldu.. üniversitedeydim o zamanlar.. bir tatil kampında tanıştığım Ezelhan isimli hoş bir bayanla yazışırdım.. Grubumuzun Madam Ezelhan'ı.. Sanki bir fransız asili ve vakur tavrında olmasından öte; neşeli, sevecen, özgeci bir bayandı Madam.. Nezekaten de olsa, kendinden bilmem kaç yaş küçükte olsam, gene de mektuplarıma cevap yazardı.. o yüzden olsa gerek pek severdim mektuplarını.. Değer verilmek kimin hoşuna gitmez ki?.. Ya da öyle hissetmek kendini... Gelen her mektubu en az 3-4 kez okurdum.. Sanki yazısı da farklı idi.. imla hataları, kelimelerin uzerini çizişi, alalacele yazışları.. kısa da olsa cevapsız kalmayaşım.. hangi ruh halinde yazıldığını gösterir gibi.. içtenliği... yazışmalarımız..

Istanbul Unv-2 , Beyazıd Meydanı, 2006, istanbul © TOA

>>>>Mektubumu ona yolladıktan sonra, üniversite deki posta kutusuna gidip gidip dururdum sürekli.. Ayrılmış birçok kutunun içinde, o "O" harfli bölmede, bir çok mektubu geri de bırkatıktan sonra farklı bir renk ve dişilikte ki o zarfı alır, okulun en ıssız köşesine çekilirdim.. Tek başıma usulca ve yavaşça okumak isterdim.. Belki hoşlanmıştım madam'dan.. ondan bana gelecek ufak bir beğeni sözcüğünün peşindeydim.. Bilmiyorum.. O zamanlar daha 20 li yaşlardaydım.. şimdi bunları sorgulamak ne kadar da sacma....... Özenle açardım o zarfı, içinden birşeyler yere düşbilirdi belki...düşmedi hiç....... Bazen konulara bir kadının zerafetiyle dokunuşuna bakakalırdım..ya kaleminin kıvraklığı.. hakikaten çok güzeldi, hoştu yazısı.. Okumak, bir yolculuk gibidir gecmişe yapılan.. Okurken, o tatil aylarındaki kısa ve yoğun gunleri yaşar gibi olurdum.. Ekonomik özgürlüğüne kavuşacağı o mezuniyet gününü bekleyişi bazen iletilirdi bana.. sanki geçmişe ve uzaklara bir uçan halıya binmiş yolculuk halindeydim.. daha fazla devam etmeyeceğini bildiğim bu oyunda, ısrarcı, doymak bilmez bir çocuktum onun yanında.. icaben devam edilen bu oyunda, bir gun gorevlendirildim.. Adını bile şimdi hatırlayamadığım bir kuzeni vardı, benden hoşlanmışmış.. benimle mektuplaşmak istiyordu.. Madam ezelhan reddedilebilir miydi.. Asla!.. İlk mektup geldiginde, açtığımda bir yanlış yaptığımın farkına varmıştım.. Yazısının hem konusu, hem tarzı asla bana uygun olmadı... beni mektup yazmadan o kuzen soğuttu.. fazla da yazışamadım sonra.. Büyük bir nokta koymuştum mektup yazmaya.. Renkli ve guzel kağıtlara dökülmüş sözcüklerden baska, elimde ne kalmıştı beni tebessüm ettiren...

Istanbul Unv , 2006, istanbul © TOA

>>>>Aradan yıllar geçti.. Öğrendim ki ulusal bir gazete de muhabir-yazar olmuş bizim Madam... Onun adını goruyorum hep okudugum o buyuk ulusal gazetede.. ona ve yazılarına verdigim degerin önyargılı olmadıgına simdi seviniyorum.. Madam bana yazmayi sevidiren kadındı.. Mektup yazmayı sevdiren biri.. Mutlu bir yaşam dilerim sana madam...Sevgiler..

Pazar, Temmuz 16, 2006

Yenilenme

>>>>Her bir yenilik bir mutluluk doğurur mu? "Tebdili mekanda ferahlık var-mı-dır? her zaman"..

>>>>Zorlu bir taşınma işi... yeni, yuksek binaların olduğu bir yerleşkedeyim şimdi.. 15 katlı binalar birbirine bakıyor.. Birbirine bakan koca koca bloklar.. renkleri disinda ne kadar da benzer ve aynılar.. penceresinden yol gozuken o eski evimi ozluyorum simdiden.... internet cafeden gecenin o en boş saatlerinde evime donuyorum.. ertesi gün iş var elbet.. yollar da bir başınayım.. birden bir ses duyuyorum; bir kerkenez sesi .. bu yüksek binaların ustune yuva mı yapmışlar ne?. Vahşi hayattan, bu sakil sitelerin içinde bir hayat belirtisi var.. ustumde, çok yukarılarda beni takip eden iki göz hissediyorum.. ilerledigim yolda, ufukta acık mavi kararmaya yüz tutmus bir gokyuzu.. gruplar halinde martılar bu ışık huzmesi ile govdelerini gosterek meşk etmekteler... martılarım bembayaz kanatları ile uzaklardan denizin oldugu bir yerlerden bana selam söylediler.. beyaz puanlı bir battaniye gibi hayallerimin ustune ortündüm onlarla.. Martı ve kerkenez sesleri.. hiçbir guzellik bu anda düşüncelerimi arındırmaya yetmiyor.......

>>>>internet cafede iken bir email aldım.. Eskilerden çok sevdigim bir kadından.. tutku ile sevdigim hoş bir kadından.. bir e-mail... her ne kadar bağlıydık birbirimize diyorsak ta uzaklıklara kurban vermiştik sevgimizi.. vermiştim.. gelen bu mail beni uzmedi, kızmadım, kapatıp küfürleri basmadım.. son derece sakindim.. biraz da üzgün.. unutulamazdı paylaşmak onunla en guzel şeyleri.. paylaşmak; sahip olmayı istemeden koşulsuz... en savunmasız haliyle küçücük bir kalp vermiştim ona.. en guzel şey, olmak onun dilinde bir iki sözcük, "my romantic boy"..

>>>>Almanya ya çağrılmıştım... ama gidemedim.. Evlenmek istedigini ve cocuk sahibi olmak istedigini biliyordum.. belki ben degildim evlenmek istedigi.. bilmiyorum.. Ama evlenmekti onun tek isteği.. Tatli ruyalar ile biterdi her bir mailimizin sonu.. Mailleşip ne kadar özel oldugumuzu vurgulamaktan başka bişeyler yapamıyorsakta.. aklimiza gelirdik birbirimizin nedense.. onu sezerdim bazen mesajı gelmeden önce... Aklıma hep Marmaris' te sabah günesin doğusunu seyretmek için, sabaha kadar birbirimize sarılarak kumsala uzanışımız geliyor.. sorgusuz sualsiz konuşmadan bekleyişimiz ve Suskunluğumuz geliyor.. hafif bir tebessüm dolduruyor yanaklarımı.. mutlu oluyorum.. resim sergisinde ödül aldığında, gazetelerde resimlerinin altında Marmaris' ten bahsedildiginde, ben hep; "hey bakın o benim sevgilimdi" diyorum içimden.. mutlu oluyorum her bir hatırasını, dokunuşunu hatırladıkça.. ama benim degil artık o güzelim kadın.. sahibi olamamda artık.. ben hayata yeni bir ev ile dönüşüm getirirken, bir değişim haberi de Almanyalardan geliyor maalesef.. Evlenmiş..

>>>>Düğün fotoğraflarını bana bir site yaparak göndermiş.. biraz buruk bakıyorum.. gülümsüyor her bir karede.. ne kadar mutlu görünüyor.. Peki ben onu seviyor ve onun mutluluğunu istemiyor muydum?!.. o zaman neden bu kadar bencilim.. onun mutluluğunu görmek istemiyor muyum?... tebessümle bakıyorum şimdi biraz daha... kendi karmaşasında kaybolmuş bir garip romantik gibi sessizim.. durgunum.. her bir fotoğraf karesinde bir tereddüt, "bir yanlış mı yapıyorum!" bakışı arıyorum, ama nafile.. her zaman ki gibi capcanlı, dopdolu, neşe pınarım, o benim sevgili Marina'm...

>>>>Mutluluğunun doruklarında görüyorum eski aşkımı.. 250 karenin her birine üşenmeden bakıyorum... haydi kalk diyen, yüreklendiren sesi ve gülüşü; hala aynı gülüşü görüyorum o karelerde.. tam da ben Marmaris e tatile giderken bu bir tesaduf mü? tesadüf mü bilinmez bu hüzünlü haberi alışım.. çevrimin tamamlanması ve beni dönencenin yeniden Marmaris e getirmesi... bir şeye mi gebe bu rastlantı acaba.. hayır bunlar sadece birer avuntu.. Ayaklarım geri geri gidiyor, hatıralarımın beni solduracağı o guzel tatil kasabasına giderken... her bir adım atışımda ve gunesin doğuşunda, güneşlenirken öpüşenleri gördügümde yada sevgilisi ile geceleri kalenin karanlık dar yollarına kaçışanları gördügümde utangaç gülücükler atacağım... hatırlayacagim; guzel, yitik, tükenmiş anıları.. bir gülü avucumda tutup nasıl soldurduğumu düşünerek, kurumuş yapraklarının yere yavaşça uçarcasına dususunde, uzaklardaki gülüşleri görürcesine, gözlerimden damlalar kurumus topraklara bir ulak misali süzülecek.. belki de...her bir yitik yalnız adımım geçmişimden hoş bir anıyı daha gömecek düş mezarlığına.. çirkin,şişman bir çingenenin uzattığı ufak tomurcuk halinde gül'e bakarken anılarla boğuşmak ve tatil yapabilmek.....

>>>>Yeni bir ev, yeni bir mutluluk, bir dinlenme öncesindeyim, Meleğim benim... Marina; Yeni başlayan bu yeni hayatında mutluluklar dilerim... Sweet Dream Marina...
NOTE: Fotografların hiç biri bana ait degildir... Hepsi alıntıdır.. Hatta belki çalıntı da denebilir..

Cuma, Temmuz 14, 2006

Yollarda

>>>>Eger yol bir yere ulaşmak için kullanılan bir araçsa, hayat yollarda olmak demek bence.. Çünkü yaşamamız hep bir yerlere ulasmak icin gecirdigimiz zamanların toplamindan ibaret.. Sonuclar ve sebepler butun bu yolculuklarımızın yanında ne kadar da kısa bir surec... Ihmal edilebilecek kadar kısa... Otobuslerde bunu düşünürüm bazen.. Kaçıp gitmek çözüm degilse bile terketmek tutkusu ile yanarım her yola çıkışımda.. Ozellikle belediye otobüslerini tercih ederim.. çünkü o ortam sürekli bu araci kullananların oluşturdugu bir cemiyet gibidir.. Bilinmez ama tanınırsınız.. insanlar birbirini süzer; "bugun ne giymiş", "bu kız hangi durakta inecek acaba", "bu adam ne garip bir sakal bırakmış", "bu çocugun hareketleri........kıyafetleri de bir garip canım"..... o gün yapılacaklar... dün yapılamamışlar.. Dalıp dalıp çıkarız dalgalı bir düş denizine...

Mecidiye mosque & Mysterious grandpa, Istanbul, 2006 ©TOA

>>>>Otobuste bazıları ise hep bir sorgulama içindedir hayatı... Bazen otobuslerde toplumsallaşır, sahipleniriz... koşarak durağa yetişmeye çalisan bir kadını almadığı için yada bileti olmadığından otobüse alınmayan öğrenci için şoför' e yüksek sesle sitem ederiz.... daha sonra biletsiz çocuğu alsa bile, suçu artık vuku bulmuş, ceza uygun gorulmustur.. Gruba ihanet eden şoför homurtular ile grup tarafından aforoz edilmiştir...

Mecidiye mosque & Mysterious grandpa, Istanbul, 2006 ©TOA

>>>>Ya karşilikli koltukların oldugu yerler.. Aslinda bence iletişimi guclendirmek, dostlukları pekiştirmek icin kurulmuş gibidirler o koltuklar... otobus yolcusu bu yerler de iki turlu de oturabilir.. ileri yada geriye donuk.. ya! Bu da nereden cikti simdi demeyin... Nedense herkes ileri donuk oturmak istegindedir.. ileri donukluk gelecegi gormek istegi ve düşüncesinin bir sonucudur belki de.. Geriye donuk olmak ise biraz daha nostaljik ve geçmişi sorgulamak isteginin bir gostergesi.... geçmişi sorgulamak.. Tam benlik.. Geriye donuk oturmak; dışarıyı ayrintilari ile gozleyebilmek için en iyi yoldur halbuki... gorebilmek için sureniz vardır.. izlersiniz koca koca hayatlardan ufacık kesitleri.. ve bilmişlik taslarsınız, çok genelleme yapıyorsun diyen arkadaslarinizi doğrularcasına.....

Mecidiye mosque & Mysterious grandpa, Istanbul, 2006 ©TOA

>>>>Bir kayınvalide arkaya kurulmuş, sosyetik karısı ise aracın dikiz aynasında süslerini guncellemekte, umursamaz kendine donuk kadınlar; Yazık! o garip kocaya, daha çok çalışmalı...... genç iki kadın şirket arabası ile bu kadarda hızlı nereye gidiyorlar acaba.. Thelma&Louise aklıma geldi nedense.. ne kadar neşeli ve özgür gözüküyorlar........ Gösterişli bir arabanın içinde bir baba ve kızı.. neler olmuş o arabanın içinde acaba.. bir tesselli havası ve kuskun bir kız; ufaklık boynu bükük dışarı bakınmakta, baba ise durumun geçmesini bekler gibi, küçük kızın kaprislerine katlanamayacak kadar sıcak bir gün........... Spor kıyafetleri ile spordan donen yaşlı kurtlar, macera peşindeler; antrapoz izlenimleri, Aldatış senaryoları için harika oyuncular bu hayatın içinde......
>>>>Yollarda olmak isterim.. Penceresinden seritler halinde gecen başka başka hayatlara yüklenmiş anlamlarla.. Aç kalmış hayallerim, gördükleriyle besleniyor.. suflör tadında tekrarlarken başkalarını, Bu ruhsuz makinanın içinde sarsıntılı bir yolculukta, hayatın ünsüz oyuncularını izleyen bir adam.. yollarda bir adam..