Pazar, Aralık 16, 2007

Akide Şekeri

>>>>Her cumartesi akşamı arkadaşlarım ile Tiyatro seyretmeye gidiyoruz. Devlet Tiyatroları bizlere iki vesait parasına müthiş bir emek ve yeteneği içinde barındıran güzide oyunları sunuyor. “Akide şekeri”; Çadır Tiyatrosunda geçen bir kumpanyayı konu alan, keyif veren, mutlu eden bir oyun.. Her oyunda gözlerimizin içine bakan o oyuncular ile neler neler paylaşıyoruz.. Farklı kentlerden hatta farklı ülkelerden bizlere döndürülmüş aynalardan capcanlı yansılar, insan manzaraları önümüze çömertçe seriliyor.. Kimi şahsiyetleri tüm bedenimizle kucaklıyoruz, benimseyerek.. Kimi karakterleri ise yadsıyoruz, asık suratlarımızla.. Karakterler gerçek ya da absürd hiç fark etmez.. Oradalar karşımızda capcanlı ve dokunulabilir..

Akide Şekeri; Van DT Oyunu; 2007

>>>>Bense tüm bu olanları, seyirci ve oyuncu etkileşimini, her seferinde keyifle seyrediyorum.. O iletişim ve rasgele bir araya toplanmışlık hissi hoşuma gidiyor.. Bazıları; diziler sonucu merak saldığı “Nedir? bu tiyatro” düşüncesiyle katılıyor belki ilk kez aramıza.. Katılıyor ama Tiyatro daki o kendine özgülük ve serbestlik; içlerinde ki muhafazakar devi uyandırıyor, istemeseler de.. O an Sitemdeler.... Türbanlı ve sakallı dedelere dikkat ediyorum özellikle.. “Gel , gel, Ne olursan ol gel!” diyen Mevlana yı hatırlıyorum o an.. Insanlar Tiyatro ya kapıldıklarında, kendilerini kaptırdıklarında, kendi gerçeklerini de sınarlar.. Mesela; yapılan her müstehcen espride başı kapalı yaşlı nine ve sakallı amcalar boyun büker, öfkelenir.. Görürüm.. Söylenenler, ulu orta öyle herkesin içinde.. Ne kadar da ayıptır değil mi?.. Tepkileri ile onlar, oyunun dışında kalır işte!.. Etkinin doğurduğu tepkileri ile orada istemsiz bekleyiş sürer gider.... Kişi kendi ile çelişir, kapanır kalır kendi dünyasında.. Ve sözler değişir içten iç e.. “kim olduğun umurumda değil, ben-den-sen gel!..”....... İşte! genç bir kadın, surat asarak ve elinden tutarak kaldırıyor sevgilisini oyunun orta yerinde.. Aklınca; kendi ahlaki gösterisini sunuyor, kendini boşrolünde gördüğü kendi oyununun içinde.. Sakil göstermelik bir duruş var, onun o tek düze oyununda.. Ya! O erkek arkadaşına ne demeli?.. İşte bu saygısızlığı kendi kuşağımdan görmek inanın bana, yaşlı bir kadının surat asmasından veya söylenmesinden daha elem geliyor.. Üzülüyor ve endişeleniyorum o zaman..

Akide Şekeri; Van DT Oyunu; Gaziantep Onat kutlar sahnesi, 2007

>>>>Gene dallandım budaklandım tomurcuk bünyemin haddini aşarak.. Özünde; Van DT yine öyle güzel bir oyun sergiledi ki!.. “Kedi” ile de gönlümü fetheden o değerli tiyatronun; hepsi birbirinden değerli oyuncularını, canı gönülden kutluyor onlara bana yaşattıkları keyif için yürekten teşekkür ediyorum..

Pazar, Aralık 09, 2007

Kararlar

>>>>Yağmurlu bir gündü.. Otobüsteydim.. 6 saattir kasvetli, sislerin gizlediği o ovadan ve yeşilin solmaya başladığı tarlaların yanından son sürat geçiyoruz.. Bazalt taşları sarmış her bir yanımızı.. Diyarbakırlıların deyişiyle delikli kara taşlar.. Hızlı bir süreç daha geçti son iki günümde.. Yine sonlandıramadım, yine net değil hiç bir şey.... Ama aceleye de gerek yok.. Geç olsun ama........

Kardan suya yaşamdan bi parça Ayder Yaylasi; Rize, 2007 © TOA

>>>>Penceremde ki damlalar birbirine paralel bir eğimle yavaş yavaş çerçevesinin sonuna doğru varırken ve yol aldığımız hıza tam ters bir süratle aşağı doğru kayarken; aceleye hiç gerek yok.... Kaptanımıza sesleniyorum, duruyoruz yol ortası.. İnip koşuyorum çayırların içinde.. Yeşile bulanmış çamura rağmen.. Koşuyorum.. korkmuyorum ıslanmaktan.. Her bir adımım uzanıyor uzaklara.. Çamura bulanmış ayakkabım.. Yükümü kaldıramıyor artık; ağırlaşıyor.. artık yorgun bacaklarım.. Şu kara taşı da atlarsam -Diğerleri de gelecek sonra biliyorum ama-....... atlayabilirim.. Tam üzerinden atlarken tabanına bulanmış kalın çamur tabakasının üzerinde kayıyorum.. Ayağımı kaydırıyor altındakiler.. Ve yuvarlanarak kayanın ardındaki su birikintisine gömülüyorum tüm bedenimle.. istemediğim kadar soğuk ve kirli.. Kir; tepeden tırnağa bulanmış üzerime.. Ümidimi boğarcasına.. son bir çırpınış ile kaldırıyorum zemheri başımı.. Islanmış ve nefes nefese bir ben.. Saçlarım ve gözlerimden yağmurun temizlediği çamurlar süzülürken.. Nefes nefese kızgın bir boğa gibi saçarken pusları etrafıma.. burnumda yeşilin kokusu.. huysuzun biri miyim neyim ki ben.. yavaşça kalkmalı aceleye hiç gerek yok.. Geç olsun ama.........

Tepenin birinden Uzungöl ; Trabzon, 2007 © TOA

>>>>Birden sarışın bir kadın beliriyor önümde.. tel tel saçları yüzüne yapışmış.. Elbiseleri sırılsıklam.. Süzgün ve süzülmekte.. geniş alınlı, beyaz tenli, koyu kaşlı, incecik parmakları titrek.. minicik dudakları ürkmüş; söylemeye söylemeye.. bakıyor yüzüme, uzatıyor elini.. Sözcükleri tane tane ve keskin: “haydi gidelim”.. Aklınca çekip çıkaracak oradan beni ya!.. Götürecek; hem de bilmediğim uzaklar a.. Ama yine de o kadar masum ki bakışları..... Tek başıma da kalkabilirim.. Evet kalkabilirim aslında.. Ama biliyorum o an istemediğim tek şey bu.... Uzanıyorum yavaş yavaş.. Eli elime dokununca soluk buluyor nefesim.. onun saçını okşayan bir bulut süzülüyor göklerden.. hareler dolaşıyor tepemizde.. Eli sıcacık.. Sanki hiç ıslanmamış.. Okuduğum bir cümle vardı ya!.... “Bakmak hiç bir şeye mal olmaz, oysa dokunmak hem bir seçimi hem bir bedeli içerir”.... kaçıp kurtulmak isteyen bir sen misin sanıyorsun.. haydi artık karar ver.. Kaçıyor musun? geliyor musun?!.. Dokunmak, paylaşmak ve sorumluluk alabilmek.. Ve karar verebilmek içinden geldiğince...... Yürüyoruz el ele birlikte.. Yavaş yavaş gidiyoruz.. aman be boşver beklesinler.. Sakin adımlarla varacağız ulaşım aracına.. Ulaşmaya çalıştığımız amaca...... Geç olsun ama......

Sümela Manastiri Trabzanları; Trabzon, 2007 © TOA

>>>>Sesleniyor uzaklardan bir muavin, silkiniyorum birden: “Antep te inecekler acele edelim lütfen eksik bir şeyiniz kalmasın araçta...”

Salı, Kasım 20, 2007

Kış ve Düş

>>>>Ne kadar çok zaman sonra.. Ne kadar da sürmüş!.. Ne zamandır yazamamışım.. Aklıma takılıyor istemesemde.. Konuşulanlar.. O kadar yoğun ki yaşanmış.. Kaçarak ve kovalayarak.. Yine ben.. Yine Geçmişi sorguluyor kahvelerin dibine çömelmiş telvemiz.. Acı mırra.. Dost sohbetleri.. Başlıyorum yine buğulu pencerelerime bakarak.. Başlıyor yine Kış ve düş..

Köprüden geçemeden; İstanbul, 2007 © TOA

>>>>Ege’nin koylarında ben, gezi teknelerinin birinin burnunda, dalgaları sancaktan alarak tek başıma, dimdik ayakta.. Siren kayalıklarını gösteriyor, İngiliz turistlerin yanından.. O an düşünceliyim.. Sesleniyor uzaklardan bir arkadaş.. Uzaklardan ama çok derinlerden.. “Efendim, duyamadım....”........ İki günde bronzlaşan tenim, güneşin kavurduğu bir gün daha.. İnadına rüzgarı soluyorum.. Aklımı başımdan alan yeni mutluluklar.. Deniz ve yaz..

Siren kayalıkları; İzmir, 2007 © TOA

>>>>Siren kayalıkları ve uğursuz uğultuları.. Büyük bir klavsen in bambudan bacaları.. Kayalıkların keskinliğini kaybettiği platformların üzerinde, Deniz in kızları.. Öyleymiş derler.. Kayalıkların düzlüğüne uzanarak, serilerek.. El sallar gelip geçenlere güneşi kucaklayarak.. Sıçrayarak yerinden fırlayan bir martı.. karın tokluğuna, hayata koşarak.. Gözlerim dalmış her bir dalgaya.. Dalgalar; köpürttüğümüz maviliklerin en derinlerinden.. Her bir dalga dibinden söküp çıkardığı yosunlara gebe.. Yelkenlerimizi dolduran, ciğerlerimizde söylemeye çekindiğimiz uğursuz sözcüklerin yedek soluğu.. Yola koyulmuşuz.. Kalabalıklar içinde bir başına.. bir ben.. tutku ile.. Denizin tam ortasında susuzluğum, tutkular, sonsuzluğun içinde bir damla.. Bu sabah gün ışırken mavi melekleri yanımıza yoldaş ettik bir kere daha.. Çarşafları buruşturup sermişler denize.. Işıl ışıl.. Geri dönemeyiz ya!.. Kirli sakallı kaptanımız ve uğursuz bir hikaye.. Söylenceler doluyor kulaklarımıza.. Bütün inancım yüreğimde; dinliyorum.. Eski kaptanlara özenen bedenim.. Phokaia da çizgili, siyah beyaz T-shirt üm.. Bandanam mı?.... Alabildiğine çalkantılı, fırtınalı denizin ortasında, ışıltısının tutkusuna kapılmışım bende; denizin kızının.. Dümeni kırıyorum bile bile.. Tutku ile kavuşacağım son kayalıklara...

Perşembe, Eylül 13, 2007

İnsanız

>>>>Ağlayışların sonunda bir gülümseyiş, kışların sonunda hep bir yaz.... işte!.. Bu duruş, bu ifade, bu bakış, ya da gözlerinin derinliği.. Anlıyor, görüyor ve duyuyorsun... Paylaşabiliriz belki her şeyi aslında.. ama........... İnsanız; nedenlerimiz var sonuçlarımızın içinde..

Aldatış; Gaziantep, 2007 © TOA

>>>>İnsanız; Topraktan olma çiçekler gibi.. Kokar her bir adımda salınarak, Masum bir öpücük gibi Uçar uçar da konmaz ya yanaklara........... İnsanız; umudumuz bir bekleyiş.. bazen bir hasta başında acı acı gülümseyerek, belli etmeden.. korkularımız... buğulu gözlerinin bebeğinde bilmezden gelerek, bekleyerek........... insanız; çığlık çığlığa... Farklı anlar için farklı anlamlar.. Tahta sandıkların içinden Şişeleri vurarak paylaşılan sohbetlerin en tepesine.. acılar ve kahkahalar içinde........... insanız; göğüs göğse.. Bir sokak ortasında haykırışlarla.. nefretimiz parçalanan ciğerlerimizde........... İnsanız; yolculukların birinden diğerine.. bazen kucakladığımız yalnızca bir kitap, yalnızlığımıza yoldaş.. Başımızı penceresine dayayarak uyukladığımız o otobüsün koltuğuna kurularak.. seyrederek........... İnsanız; kederle dolu... bakınıyoruz.. Bir köşe başında tir titrek, çırıl çıplak yalnızca yaşamı üstümüze örterek.. İnsanız; içinde ama tek başına..

Pazartesi, Eylül 03, 2007

Ekmek Kırıntıları

>>>>Lise çağlarındayım; o zamanlar aktif olarak sporla uğraşıyorum.. Lisanslı bir oyuncuyum.. Turnuvalarda, grup halinde dolaşır, maçları izler, birbirimizi desteklerdik.. Genellikle ilk turlarda elenirdim.. Hırslarımı keskinleştirip, ekibin içinde sivrilememiştim ama gene de bir ekip e ait olmak onun bir parçası olmak hoşuma gidiyordu..

Hayalci Fotoğrafçı ; Urfa, 2007 © TOA

>>>>İşte bu şekilde tribünlerden destek olan ben.. Bir ağabey in dikkatini çekmiştim herhalde.. Öyle olsa gerek ki yanıma yanaşarak, hakkımda sorular sormaya ve bana öğütler vermeye başlamıştı.. ODTÜ de okuyan o ağabey i hiç unutamadım....: “...... bak! Hayatta yaşamı zevkli ve güzel kılmak için 3S kuralını asla unutmayacak, bu 3S ile uğraşacaksın”... Büyük bir giz i keşfetmeye yakın olmanın heyecanı, şaşkınlığım ve merak ile hemencecik sormuşum; cevapta tabii ki gecikmeden gelivermişti.. “Spor, Sanat ve Seks”... “-Peki ya Siyaset..”........ suskunlaşmıştık.. O yaşta ki birisi için sorulmaması gereken bir şeyi sormuş ya da kapanmamış bir yaraya parmak basmıştım.. Sonraları mı?..

Umut ; Urfa, 2007 © TOA

>>>>O bilge ağabey in ya da “....Önce elin ekmek tutsun, o zaman düşünürsün bunları..” diyen bir babanın öğüdünü dinledim.. Güçlü bir birey, güçlü toplum fikriyle; uzaklaştım.. Bencillikten uzak bir bireycilik düşü.. Apolitize olmuştum..

Balıklı Göl-1 ; Urfa, 2007 © TOA

>>>>Elin ekmek tutsun sözcükleri ile çizilen kaderime yavaş adımlarla ilerledim yıllarca.. Üniversite bitmişti, koşarak aramalıydım ilk tutacağım ekmeği satan o köşedeki küçük fırını.. Özgürlük; beni bekliyordu ya!....

Evvel zaman ; Urfa, 2007 © TOA

>>>>Elime geçirdiğim o ekmeğin bende yaratacağı büyük değişimleri merakla bekliyordum.. Ama umduğum gibi olmadı.. Ekmeğin yerini yenileri almıştı.. “Ahh! Bir -şöyle- olsun, Neler yapacağım diyen ben, sahip oluyordum bir bir.. Zaman ihtiyaçlarımı yavaşta olsa gidermiş ancak beni tatmin etmeyecek bir şekilde yenilerini doğurmuştu.. Peki benim ihtiyacım neydi?.. İhtiyaçlarımın teminini gidermek için çabalayan bir insan dan öte hiçbir şey değildim belki de.. Sahip olma gereçlerini edinme güdüsünde olan benden, Varoluş nedenlerini sorgulayan bir başka ben e doğru uzanan bir yolculuğun tam ortasındayım sanki.. Bu aralar, varlığımın nedenlerini sorguluyor, ifade yollarımı geliştiriyorum.. Aidiyet duygum kuvvetleniyor.. TV de gördüğüm son haberler, geçenlerde ki o video ve Maslow un hiyerarşi si... Farkında değilmişim.. Kendimi öğreniyorum.. Meğer; Kafamı önüme eğmiş, ekmek kırıntıları ile etrafa saçılmış izleri takip ediyormuş; yeşilin barınamadığı çorak, kurak bir ovada dolambaçlı patikalarda dolanıp duruyormuşum....

Nemrut un koltuğundan; Urfa, 2007 © TOA

Maslow kimdir?

Pazar, Ağustos 26, 2007

Kucaklaşmak...

>>>>Geçenlerde bir blog ta gördüğüm bu fikri geçte olsa bloguma eklemek istedim.. Sosyal ilişkileri giderek azalan, içine kapanan, birbirinden ürken insanların en büyük ihtiyaçlarından birinin, karşılıksız sevgi dolu bir kucaklaşma olabileceğini savunuyor.. Bence.. İzlerken aslında biraz da duygulandım.. Bu video; Her türlü ihtiyacını karşılayabildiğini düşündüğümüz toplumlarda bile samimi bir kucaklaşmanın ihtiyaç duyulabilecek bir öğe olabileceğini gösteriyor.. Düşünüyorum da biz bu duruma nasıl tepki verirdik.. Düşünemiyorum sonuçlarını..

Free HUGS ; Juan Mann ;2006 ©You Tube

Cumartesi, Ağustos 04, 2007

Mutlu An

>>>>Hayatımı bir kronoloji ekseninde birebir anlatmayı sevmiyorum aslında.. Yaşadığım bu basit ve tek düze hayattan bana sadece hissettirdikleri ve kattığı duygular kalacak.. Biliyorum.. Ne kadar da coşkulu ve inanılmaz işlere kalkıştığımı düşünsem de... Tek önem verilecek gerçek; hissettiklerim... Evet belki de gerçekçi biri değilim.. Hissettiklerim ekseninde sade ve basit bir düşü gerçek kılmaya çalışıyorum... Düş kurmayı; olamayanları tamamlamayı.. İstemediğim halde oluşanları gerçeklerden çıkartmayı.. Basit bir dört işlem gibi her şey.. Sonrasında ise; seviyorum süzgecimden geçirip paylaşmayı.. O yüzden belki de bir aktarıcı dan çok, anlatıcı biri gibiyim... Belki de asla gerçekleşmeyeceğini bildiğim hayallerin peşinde koşan mükemmeliyetçinin teki!.. Gördüklerimi bütünleyenler, içinden çıkarttığım hissettiklerim ya da kısaca hayallerim olmasa... hayaller ve bütünleşen duygular.. Peki aktarabilmek kolay mı? Hele bir de o obje duygu olunca....

Balıklı Göl; Urfa, 2007 © TOA

>>>>Mesela; Ne kadar mutlu olduğumu anlatabilir miyim?... Tarif edebilir miyim mutluluğumu?.. Sanırım; yalnızca sonuçlarını paylaşabilirim... Mutluluğumu; sesimin tonu ve gülüşlerimde paylaşabilirim sevdiklerimle.. Tıpkı geçen günlerde yaşadığım gibi..... Gözlerinin bebeğinde buram buram fesleğen kokan, beyazlar içindeki o periye sımsıkı sarılarak, kulağına kim bilir neler fısıldamayı isterken bile... Mutluluğumu aktarabilir miyim?.. Görmesini beklerken heyecanımı.. Ne kadar mutlu olduğumu nasıl anlatabilirim ona; ince tülden bir duvarın arkasına gizlenmiş ise.. Hele bir de ürküyorsa.. Mükemmel bir gerçeklikte ise hissedilenler ve o an anlatabilmek için yalnızca aktarmak gerekiyorsa... Ne kadar mutlu olduğumu...... Sebep ve sonuçlar aynı mekanda ve var olan yalnızca o AN ise... Ne kadar mutlu olduğumu nasıl paylaşabilirim.. Sözcüklerim benden uzakta öksüz ve tükenmiş ise.....

Çarşamba, Temmuz 04, 2007

Tatil Zamanı

>>>>Heyecanla evime geldim.. Çantama tıkıştırıp götüreceklerimin listesi üzerine konuşuyorum uzun uzun telefonda dostlarımla.. Paylaştığım hayallerim ve geçmişten tatil anılarım....

Keciye Inat; Islahiye, 2007 © TOA

>>>>Hala hatırlıyorum da lise yıllarımda okulların tatil oluşunu ne büyük heyecanla beklerdim.. Sınavlar bitince; nasıl bittiği veya o sınavların ne kadar önemli olduğunu unutur, hemen yaz hazırlıklarına başlardım.. “Ahh! bir tatil gelsin neler yapacağım...” konulu uzun konuşmalar geçerdi ya hep bir ağızdan.. Aslında tatil plansız ve programsız olmalıydı.. Üniversite de bu karar a vardık arkadaşlarla.. Düşünmek ya da planlamak tatilin doğasına aykırı idi.. Kimseler bilmezdi sanki bizden başka... Heyecan katmak isterdik ya tatillerimize.. Paranın bile ne önemi vardı canım.. Yeterince istiyorduk nasıl olsa.. Otostoplar çekilir, çadırlarda kalınır ya da çok uzak akrabalara çat kapı yapılabilirdi.. Planlı organizasyonlarda vardı tabii.. Organizatör arkadaşlar sağ olsun; çok sıkıcı, ortak hareket edilemeyen işler türettiler.. Grup halinde yurt ahalisi otobüslere doluştuğumuz günler daha dün gibi... Öğrenci işi tatil plansız olacak arkadaş.... Pat! diye bir istek belirecek kafanda... Ve yapacaksın...... Tatillerin belki de en önemli boyutu gidebilmek ve dönebilmek... Öğrenciyken takıldığımız en önemli boyutu mu desem acaba.. Demiryolları ise en favori ulaşım araçlarımızdandı elbette.. Garipler diyarı trenler; ne kederleri taşır rayları çınlatarak belki siz bilmezsiniz..... Tren çalışanlarından en filozofları ise kondüktörlerdir.. O ulvi insanların öğrencilere çok büyük sempatisi vardı nedense.. Ya da bize hep öyleleri denk geldi.. Çok ağabeyliklerini gördüm, inkar etmiyorum.. Gençliğimize üstad fikirlerle yön veren, o, yollarda çalışanlar.... O zamanlar tatile gidebilmek için, içinde bir enerji ve heyecan varsa yeterde artardı... Şu halime bak; genç değilim, yaşlanmışımda küçülmüşüm sanki.. heh!..

Kalıyorum Ben.. ; Islahiye, 2007 © TOA

>>>>Sonra okul bitti.. Vatani görev için yolculuk başladı... Biraz rahatsızdı ilk başlarda.. Bir daha göremeyeceğin yerlere, seni bedavaya götürüp orada yatacak ve yemek veriyorlardı.. Üstelik saatlerini pek beğenmesekte, spor bile yapıyorduk.. Kısacık kampı da tamamladıktan sonra iş hayatına başladım..

Fıstık Ağacı ; GaziAntep, 2007 © TOA

>>>>Yıllar önceydi.. Yine bir tatil ihtiyacı hasıl olmuş olsa gerek bünyemde.. İş hayatının tüm yoğunluğu omuzlarımda, tatil hevesi aklımın her bir köşesindeyken, izin bile almadan gidivermiştim Marmaris e.. Boğucu sıcak ve sorumluluklar.. Arkamda bıraktığım işlerimin kafamı huzursuz eden hayallerinden sıyrılıp birden ayılıverdim.. Özgürdüm.. Ayıkladım hayatımın streslerini üstümdeki toprak rengi yırtık pırtık ceketimin tüm ceplerinden.. Daha sonra mı?.. Eğlenmiş, zamanı hızlı ve mutlu bir şekilde tüketmişim.....

Dar alanda gökyüzü izlenimleri ; GaziAntep, 2007 © TOA

>>>>Maalesef artık öğrenci değiliz.. Yaşamın ta en göbeğinde; ne ekmek elden ne su gölden... Gayelerimiz ve hedeflerimiz var.. Mesela bir ev, bir araba, bir de üstüne güzel bir eş -çok mu sıradan-..... Ve tüm bunların inanılmaz pahallı tamamlayıcı aksesuarları.. Artık olgun insanlarız ya! sorumluluklarımız daha da arttı.. Çok çalışmalıyız çoook... Dinlenmek bile ödevlerimizden birisi haline geliverdi.. Bir an önce tatillerimizi bitirip te iş yerimize dönmeliyiz.. Dinlenebilmek için çalışıyorduk desem; kelime anlamı ile ne kadar absürd olacak değil mi?!.. Ölmek için yaşamak gibi... güzel bir betimleme oldu bence... Neysem..

73-4 ; GaziAntep, 2007 © TOA

>>>>Gene yelken açıyorum, Ege kıyılarına.. O çok sevdiğim Eski Foça ya gidiyorum.. Eski arkadaşlarımı görmeye.. Demir atacağım yine yaşam düşünü kurduğum bir tatil kasabasına.. Gene Ege kıyılarındayım dostlar, geçip gidecek bir yabancı olarak.. Kısa bir zamanı daha satın alarak uzaklaşacağım gerçeklerden.. Gençliğini satarak, yaşlılığımın rahatlığını satın almaya çalışırken bile.. Zamanı da satın alarak yaşlanmadığımı; hala keyfimce, kaybetmediğim tutkularım ile yaşayabildiğimi kendime hatırlatacağım.. Yaşasın! Ben Tatil e gidiyorum.....

Çarşamba, Haziran 20, 2007

Dağılmış...

>>>>Yine taşındım yeni bir ev e.. Her şeyim yine her yerde.. Dağılıp dağılıp toparlanmaya çalışmak için mi olacak tüm çabam; bilmiyorum.. Göçebe yüreğim.. Dağılıyor birden bire.. Geçmişimin anlamsız talepleri, keşke’ leri... Kırılmışım galiba.. Dağlıyor içimi, boş yere edilmiş gereksiz sözcükler.. Toparlanmak istemez ya bazen gönül.. İşte öyle ruhsuz ve kederli... Gereksiz bir sıcakta var bu gece.. Bezginlik her yerde sanki.. Kafamı önüme eğmişim.. Klavyem önümde.. Geçirdiğim günlerin muhasebesi.. Muhasebeci.. Yaşamın Alacak ve borçlar dengesi.. Paylaştıklarım.. Kendilerince akıllarına sığdıramayıp, nedenlerini sorgulayanlar.. “Neden açılıyorsun ki hemen insanlara; korkutuyorsun!” diyen bir kardeş.. Doğru ya kasa alacak vermemeli.. Yaşamı anlayışımız?.. Alışlar ve verişlerden ibaret sanki her şey.. Bazı saflarımız ise düzensiz bir halde dizi dizi, verişler ve yine verişlerde..

Beklemek ; GaziAntep, 2007 © TOA

>>>>Döndükçe dünyam benim etrafımda, ne anlatmak zorunda ne de mecburiyetinde bir çocuk olacak karşılarında.. Paylaşabilmek cesaret işi kimine göre.. Sorgulayabilmek ise belki de o kadarda zor değil.. Sebepler ve doğan sonuçlar.. Görebilmek gerek bence.. Sorgulamak, Mutlu olabilmek içinse; Mutlu edebilmek gerek önce..

Pazar, Mayıs 27, 2007

Kristal insan

>>>>Gümüş balığı gölün sığ kıyılarında yüzer ışıldayarak.. Lezzetsiz ve tutulması kolay bir balıktır.. Çocukken gölün kenarında, içine uzanan o iskelenin ucunda saatlerce dikilerek kilolarca balık tutardık.. Lezzetsiz ve yenilmez o balıklar, bir ekmek kırıntısına bile aldanır pek bir nazlı geliverirdi suyun dışına.. Dolu torbalarımız ve hiç yiyemeyeceğimiz o balıklarla evlerimize neşe ile dönerdik.. Başarılı sayardık kendimizi torbalarımızın şişkinliğine bakıp bakıp övünerek.. Mutlu kılmak için egomuzu, birçok can a kıyan o çocuklardan biri olmak.. geçmişten hiç ders almayarak yolumuza, hayatımıza devam etmek..

Eğer-ci Dede ; GaziAntep, 2007 © TOA

>>>>Kristaldendir bazı insanlar.. Gümüş gövdelerini bize sakin sığ sularında göstererek hayatın güzelliklerini bizimle paylaşırlar.. Uzanıp dokunmak isterken ürkerek kaçışırlar.. Sahip olmak isteği sarar tüm bedenimizi.. Ne kadar kudretli olduğumuzu içimizdeki çılgın a ispatlayama sakta.. Sahip olabiliriz en azından bir süreliğine.. Avuçlarımızın içinde o anlık.. Olunmaz, bilinemez tavırlarla bile kırılıp çizilebilirlerken.. Saçaklarından süzülen damlaların arasından, kapatıldığı o evin içinden çıkarken bile, bilebilir miyiz ki titreyip solabilir.. Gözlerinin pınarlarından süzülen yudum yudum duygular.. Paylaşılan kederler.. Kırılganlıklar.... Kırılacağını, kendinden uzaklaştığını hissettiğimizde, eski ışıltısını bulması için özgür bıraktığımız o anlar.. Uzaklaşıyor ve gidiyorlar işte.. Geç mi kaldık acaba diyoruz arkamıza merakla dönüp dönüp bakarak.. Geçmişinden ders alamamış biriyiz belki.. Gereksiz şişkin torbalar hep var.. Sahil boyunca yürürken çıplak ayaklarımızı ıslatan dalgalara kapılıp; o günlerime, hayalimde ki çocukluğuma yolculuk yaparken bile hala aklımda gereklilikler ve “Acaba”lar..

Almanpınarı korucusu ; GaziAntep, 2007 © TOA

>>>>Kristaldir ruhları bazı insanların.. Yaklaşamayız artık... Kristaldir evet.. Yılların inceden inceye, dokunulmamış o ruhun derinliklerini şekillendirdiği.. Sadece oralarda bir yerde olduğunu bilerek, uzaklardan buğulu gözlerle görebildiğimiz ve özlediğimiz.....

Pazar, Mayıs 20, 2007

Güven

>>>>Bugün aklıma; bir psikologun e-mail adresime yazdığı yazı geldi. Yazılanlar kafama kazınmıştı.. “Anne tavırları ve gösterge davranışları çocuk gelişiminde sevgi ve şefkat duygusunun gelişmesine ön ayak olur. Baba ise; Güven duygusu, mantıklı yaklaşım ve duygusal tepkimenin denge noktasına getiren o kimliği sembolize eder. Koruyucu kollayıcı rolünün idol ü bir nevi Baba dır.. Peki babalarımız ne kadar iletişim kurabiliyor çocukları ile.. Babalar her istediğini aldım daha ne istiyorsun tavrı ile yaklaşıyor çocuklarına....” Ebeveynlerimizden aldığımız feyiz; insanlara yaklaşımlarımızda belli olurmuş.. Güven duygusu gelişmemiş insanların, babaları ile iletişimlerini yeniden gözden geçirmesini salık veriyor o psikolog.. Yoğun olarak geçirdiğim iç denetimlerin sonrasında arkadaşlarım ile konuşurken; ortak bir konu üzerine odaklandım: Sorgulayanlar ve insan a duyulan GÜVEN...

Birecikte Uçurt-mam; GaziAntep, 2007 © TOA

>>>>Güvensizliğimiz...Güvensizliğimizden, sorgucu tavırlarımızdan hayıflanan çalışanlar.. denetçilerin konuya ve insanlara yaklaşımına dem vuran çevremdeki insanlar.. Güven inşa etmeye çalışmak ve yıkmak.. Ne kadar kolay yıkmak değil mi? Sadece iş yaşantımızda da değil.. örneğin sevgililerimiz ile ilişkilerimizde.. Tedbiri elden bırakmayan kontrollü yaklaşımların insanları olmaya çalışmak her seferinde biraz daha kendinden uzaklaşarak.. Eğitimden dem vuran büyüklerimiz; acaba neden en temel ve en dinamik eğitim merkezinin aile olduğunu bilmezden geliveriyor.. Konuyu fazlaca saptırmadan ve dallanıp budaklandırmadan aileler öncelikle neleri öğretebilseydi onu anlatabilsem keşke?!... Maddi olan değerlerin insan hırsları ve kibirlerinin birer imge si olduğunu öğretebilse.. Başarılı duruşlar ile mevcut kimliklerimize atadığımız o sıfatlardan hayatta daha önemli değerler olduğunu öğretebilse.. Gerektiği zaman, ucunda kaybetmek dahi olsa, onurlu bir tavırla doğru bildiklerimiz uğruna kibirlenmeden dik durmayı öğretebilse.. Yatıp kalkıp namaz kılmaktan daha önemli olanın aynı zamanda inançların temel ilkeleri olduğunu öğretebilse.. Cinsellikle ürkütülen kadının üzerine sorumlu kıldığımız namus boyunduruğundan öte ve önde, Temel ahlaki değerlerinin olduğunu kafalarımıza kazıyabilse.. İnsanlara öncelikle sen güvenmiyorsan, onlarında sana güvenemeyeceklerini öğretebilse..

Birecik Barajında bir fotografci; GaziAntep, 2007 © TOA

>>>>İnsanların ne kadar çıkarcı ve güvenilmeyecek davranışlarda olduğunu hissediyorum bazen.. Aç kalan bir insanın bile önündeki ekmeği çalmayabileceğini, bunun olmayabileceğini düşünüyorum.. Ne kadar zor birşey aslında; Akrabalarına bile güvenemeyecek bir toplumun içinde yaşamak ve o tedirginliği hissetmek.. Üzülüyorum, her bir tedirgin çığlığı dinmeyen bu kentte yaşayanlara dokundukça.. Sırf o yüzden belki, güvenilebilecek, sevgi dolu, dürüst insanların olabileceğini göstermek için, insanlarla iletişim kurarken örnek olmaya çalışıyorum.. Maddiyatla ölçülemeyecek satın alınamayacak sıcak dostlukların olduğunu onlara inandırmaya çalışıyorum.. Koşulsuz içimden geldiğince konuşuyorum.. Bir daha belki göremeyecek olsam da... Bu üzücü gerçeği yıkamayacağımı bilsem de..

Sinema Sokagi; GaziAntep, 2007 © TOA

>>>>Kendi kendimize baltaladığımız kimlikler; vicdanı dışında herkesi kandırabilecek güçlü savunma mekanizmaları, Onursuz tavırlar ve genel e yayılmış bir inanç.. Yıkılamıyor maalesef babalarımızdan bize emanet, güvensizlik adına ortalığa edepsizce savrulmuş bir öngörü.. “Babana bile güvenme”

Cumartesi, Nisan 14, 2007

Dumanı Tüten

>>>>Koşturarak fırladım evimden. Nedense her bir sabahın garip ve yinelenen bir başlangıcı var. Yola koyulmuş başka başka araçların arasından geçerken, penceremi aralayarak saçlarımı dağıtan o yeli alıverdim koynuma.. Titredim.. Penceremin açık kalan ucundan bir film şeridi hızıyla akıp gidiyor işte hayat.. Bakınıyorum.. Işıklarda durdurup kendi filmimi, seyre dalıyorum el alemi.. Dikiz aynamda; direksiyonunun üzerine asılı kalmış iki el.. Simsiyah ojeleri.. Yumuk yumuk parmakları arasında kederle tütüveren bir sigara.. Gölgesinden kurtarınca kendini binaların, yüzünde hayatın izleri.. Dalgın düşünceleriyle o kadın; belirgindi.. Belirgindi; Küskünlüğü ve huzursuzluğu.. Dudaklarıyla sımsıkı sarılarak sigarasına, derin bir soluk aldı.. Orta refüjun çimlerine dalıvermişken, kafasından kim bilir kimler geldi geçti.. Hiddetle basarken sigarasını küllüğüne, önümdeki kavşaktan geçen bir başka arabanın penceresinden de bir tanesi fırlayıp uçuverdi yere.. Yokluğuna deli divane olduğumuz, ama bir fiske ile de hayasızca terk edebildiğimiz, o keyif verici nesne.. Dumanı tüten; başka bir sigara..

Karanlık Oda Çekim denemesi; GaziAntep, 2007 © TOA

>>>>Kavşağın ortasında; Hüzünleri öğüten bir değirmen misali.. Tütüyor, geçip gidenlere inat tek başına.. Salınarak yükseliyor göğe dalgalı saçlarıyla.. Her bir geçen tutku dolu yolcunun peşi sıra kıvrılıyor.. Sallanıyor sendeleyerek kıvrak bedeni.. İncecik kolları ürkmüş, belli.. Bırakılıp kalmış yol ortası, ateşi söndü sönecek.. Yuvarlanıp atıyor kendini tekerleklerin altına.. Yoksa çiğnenip yok olmak mı istediği!.. yok olmak yada gitmek.. Tütsülenen hayatları tüketen.. Arzu ile hep istenilen.. Dudaktan dudağa sımsıkı dolaşan.. Renkli ve kısacık ömürlü kelebek kanatlarıyla içimizi kaplayan.. Yokluğuna deli divane olduğumuz o dumanı tutabilir miyiz ellerimizle?.. Kucaklayıp göğsümüzde, yokluğunu unutturabilir miyiz kendimize?.... Arkamdan çalan kornaların peşi sıra asılıyorum pedalıma.. Sürüyorum hayatımı, bir kavşağın ortasında yapayalnız, kararsız, dumanı tüten her bir şey e.

Pazar, Nisan 08, 2007

Düğün Şarkısı

>>>>Her hafta sonu Tiyatroya gitmeye çalışıyorum.. Bir yandan oyunu izlerken bir yandan da insanları gizliden gizliye süzüyorum.. Mesela bu hafta sonu Düğün şarkısı adlı oyuna gittim. Oyun tek kişilik, tek perdelik bir oyun.. Psikolojik dengeleri kaybolmuş, akli dengesi yitik bir kadın, önceleri çoğu izleyenin ilgisini çekmemişe benziyordu.. Evlilik ile ilgili çeşitli trajik düşler gören o oyuncu ve bunu fırsat bilip bunda romantik bir yan bulanlar.. her verilen mesaj ve romantik anı değerlendirircesine sevgililerine sarılıyorlar.. Bazıları; bırakıp oyunu çıkıveriyor saygısızca.. Genellikle genç kadınlar bunlar.. Orta yaşın olgun kadınları fazlaca hassas karşılıyor o trajediyi.. Yaşanmışlıklar ve aldatışlar tepki çekiyor kadınlardan yana.. Oyunda bir kadın, onun evlilik düşleri, aşık olduğu kocası ve bu duruma düşmesine neden olan olaylar anlatılıyor.. Feminen bir eleştiri hep var elbet, genellikle erkeklere yönelik.. Alınmadım üzerime ilk başta.. Kadını tanımak adına; put kesilmiş, dut yemişe dönmüş delikanlı sevgililerin sabrına bakıyorum göz ucuyla.. Suskunlar yanlarındakine inat..Yer yer oyuncunun aşırı hassas, annesiyle paylaşımlarına gülüyoruz.. belli ki bildik sözcükleri buluyoruz o konuşmasında ve heyecanında.. Genç kadınlar biraz da bozuluyor evliliğin sorgulandığı o durumlara.. Evlilik ciddi bir düş elbet, sorgulanmak içinse fazlaca gerçekçi ve dokunulamaz... Oyunun sonunu burada anlatmadan yorum yapmaya çalışmakta ne kadar zormuş..

İzmir Devlet Tiyatrosu - Düğün Şarkısı

>>>>Sahne ve dekor çok iyi seçilmişti. Bir Lunaparktan fırlamışa benzer güldüren aynalar sahnenin her yerinde idi. Çarpık aynalar kadının kendine bakışındaki düşselliği simgeler nitelikteydi.. Sahnenin bir köşesinde, elinde klarneti, sanki bir mitten çıkıp gelivermiş telli duvaklı bir gelin; hepsi ayrı ayrı tamamlayıcı birer faktördü sahnede.. Bir kenarda oturmuş öylece; esas oyuncunun duruşuna ve anlattıklarına klarnet’i ile eşlik ediyordu.. Oyun boyunca duvaklı gelinliği ile ne konuştu ne de yerinden doğru dürüst kalktı..... Dengesini yitirmiş o kadının içine düştüğü buhran, bende korku ve müthiş bir hüzün yarattı.. Ürperdim.. Bir kadının sevdiği uğruna nelere katlanabileceği ve ne hallere düşebileceğini gösteren bir senaryo vardı önümüzde.. Şüphesiz her şeye gülüp geçebilen yeni jenerasyon için sıkıcı ve vakit kaybı olan bu oyun; sonunda ne çok şey kattı bana.. Koptu kopacak, pamuk ipliğinin ucunda bir psikoloji.. İstenilenler ve bulunanlar, elde kalanlar.. Hayatlarını adayacakları erkekleri arayan o kadınlar.. Tanıdıklarımı, eskittiğimi sandıklarımı düşünmeden edemez olmuştum.. “Ne yaparsan yap, ama kadınların ah!ını alma evladım..” demişti bir baba.. O yüzden belki de bu kadar uzak duruşum.. Ah! ı çok defalar alınmış, dumanı üzerinde tüten o yalnız kadını izlemek, beni çok derinden etkiledi..

Tek ; GaziAntep, 2007 © TOA

>>>>Not: Oyunda özellikle müthiş performansı ile bende büyük bir hayranlık uyandıran; Şebnem DOĞRUER i ve İzmir devlet tiyatrosunun oyunda emeği geçen tüm ekibini yürekten kutluyorum..

Perşembe, Mart 22, 2007

Dışarıdayız..

Dernek ile Baharı da aldık yanımıza, Güneş e gidiyoruz. Hemen döneceğim.

GAFSAD ; GaziAntep, 2007 © TOA

Pazartesi, Mart 05, 2007

Bir Yanım

>>>>Süzülürken sislerin arasından, kentin buğulu ışıkları şen şakrak... İçimde kavuşmanın heyecanı.. Topraklarına inerken merdivenlerinden.. üzerimde hoş bir esinti.. Bir mart akşamı... Saçlarımı okşayarak karşıladı beni sevgili istanbul..

Golden Horn's Mermaid ; Istanbul, 2005 © TOA

>>>>Bu Haftasonu; istanbul'a, kardeşimi görmeye gittim.. Güneşli o günün heyecanı ile attık kendimizi sokaklara.. İlk durağımız Kadıköy.. Bir yoğunluk ve koşuşturmaca... Yürüyoruz insanların arasından süzülerek... Hayat; akıp gidiyor yine son sürat.. Üsküdar dan Beşiktaş a yol alırken; güneşli, rüzgarlı ve serin bir günde, teknelerinden birinin üstünde, boğazda peşimize taktığımız Vapurlara göz atıyorum.. Çarpışık hareketleri ile birbirini kovalar gibi, aynı semtin farklı limanlarına.. Beşkitaş ta o tekneden inerken, biz de akıntıya kaptırmışız adımlarımızı.. Geçip giderken detayların yanından, hayatın ucu bucağından; durmak ne mümkün.. Ama yine de sahilde bir fotoğrafçı bayan dikkatimi çekti.. Sarı saçları omuzlarında, BemBeyaz bir pantalon üzerine kahverengi kıyafetleri.. Hoş bir kumral.. Elinde gri bir fotoğraf makinası.. Makinasını kurcalarken önüne eğildi kalabalığa saygı duyarcasına.. İtişip kakışanlara inat, ona bakarak yürüyorum.. Bir gözüm arkada.. Aklımda ki acabalarla boğuşurken, kopamadım o kalabalıktan.. Aklımda o kumral, ben sürüklendim.. İstanbulda yaşadıklarım ve o merak hala aklımda.. O zamanlar, cevapsiz kalan sorular.. Yaşananlar hep yarım.. Ah! yine Şu istanbulda kaldı bir yanım..

Pazartesi, Şubat 26, 2007

Sardunya

>>>>Up-uzun bir kuyruğa takılmışım, bugün banka da sıra beklerken.... .. O kadar ki; Bankanın dışına taşmışız.. Nasılsa bekleyeceğim, avareyim, çok vaktim var.. Bakınıyorum öylesine insanlara... O yürüyüş yolundan Leopar desenli frapan kadınlar geçti önce.. Ardından Eşofman altlarının altından çıplak ayak bilekleri gözüken, bağrışan sokak çocukları... Liseli bir grup geldi, oturdular banklara.. Belki de okullarını kırmışlardı.. Mavi üniformalı gençler.. Hareketlerini izliyorum bir yandan.. Takıldım nedense.. Nasılsa kuyruğundayım, takılmışım hayata, vaktim bol.. 16 yaşlarında, kısa boylu, hafif toplu, dalgalı saçlarını toplamış, favorileri yanaklarında; bir kız çocuğu... Karşısına almış, oturtmuş delikanlıları.. bir şeyler anlatmakta, gülüp gülüp çınlayarak.. Üç liseli çocuksa oturdukları yerden pek önemsemelerse de o kızı, gülüp eğleniyorlar işte!.. Kız ise büyük bir heyecanla, neşeyle anlatmakta ısrarlı.. Pek oralı olmadılar.. O sırada; kahverengi ceketi bir omzundan kayık, paspal, ak sakallı bir ayyaş omuz atarak bana, bölüverdi kuyruğumuzu...

Yesemek Gezisi-1 ; GaziAntep, 2006 © TOA

>>>>Yerinde duramaz bir şekilde heyecanını gizleyemezken o kız, ayrılma vakti geliverdi herhalde.. Hepsiyle teker teker vedalaşırken; birine yakınlığı dikkatimi çekti.. Farklıydı ona karşı tavrı.. karşılıksız.. Arkasını dönüp bana doğru uzaklaşırken arkadaşlarından, bakışlarımı kaçırmak istedimse de, neşesinin kayboluşunu ve yüzünün asılmasını görmüştüm.. Daha da uzaklaşıp yaklaştıkça bana, gözlerindeki buğulanma daha da belirgin oldu... Köşeyi dönüp caddeyi sonlandırıncaya kadar ağlayacaktı belki.. Liseli bir kızda ki bu ifade bende neden bu etkiyi bıraktı!.. Hissettiklerim karmaşık duygulardı.. Hatırladım; çok sevdiğim ama açılamadığım o kızı.. Anlaşılamamak.. Sevdiğine sevgini aktaramamak.. Çözümsüzlük.. Yakınında ama sana uzak o sevgiliye duyulan özlemi hatırladım..

Beyoglu; İstanbul, 2006 © TOA

>>>>Sardunya’lar bir hapishane çiçeğidir derler.. Benim de öğrenciyken evimde küçücük bir sardunyam vardı.. Okulumun hiç bitmeyeceğini düşünür, her başarısız notumdan sonra bezginleşir içime kapanırdım.. İlgisizliğime rağmen, o en umutsuz günlerimde bile Sardunya’m solmadı, beni bırakıp gitmedi.. Direnirdi benim tek umudummuş gibi.. Sardunya’m; tüm zor şartlara rağmen en hassas güzellikleri içinde barındırıyor, ama özünü hiç kaybetmiyor gibi gelirdi bana.. Belki öyle etkileyici kokmaz ve can alıcı değildi güzelliği... Diğerleri gibi büyük vaatlerle de girmemişti hayatıma.. Ama azıcık bir su koyardım, hemen açardı çiçeklerini.. Evet! Sardunya bir hapishane çiçeğidir derler.. Güçlü ama gösterişsiz.. Sahibinin demir parmaklıklı penceresinin kenarında duran sade bir çiçek.. Hayatın soluşuna inat, özlemle dışarı baktığımız o pencerelerin kıyısında köşesinde bir kırmızı renktir bazen de.. Sen bakarken pencerenden, düşlerin içinde bocalarken belki de, belli etmez hüzünlerini, soldurmaz çiçeklerini, sen üzülmeyesin diye.. Hatırlıyorum; azıcık bir su koyardım sadece.. Sardunya'lar o kadar çok ki etrafımızda.. Hatta bazen hiç bilemeyeceğimiz kadar yakınımızda... Sardunyalar; az ama içten bir ilgiyle, bulunmaz güzellikler katabiliyorlar insanın hayatına....

Pazar, Şubat 25, 2007

Inishmore'lu Yüzbaşı (Kedi)

>>>>Bu hafta sonu Gaziantep Onat Kutlar sahnesinde oyanayan "Inishmore'lu Yüzbaşı (Kedi)" adlı oyunu seyretmek için davet edildim.. 2006-2007 yılları arasında her ilde bir tiyatro kapsamında her hafta çok güzel oyunlar sahneleniyor.. Anadolu da 2YTL gibi fiyatlarla Tiyatro halka ulaştırılmaya çalışılıyor... Tiyatro sevgisi toplumumuz için çok önemli.. Hayat da bir sahne ve oyunculardan ibaret.. Değil mi?.. Peki sorgularken hayatı ne kadar hoşgörülüyüz.. Dışarıdan bakabiliyor muyuz kendimize?..... Oyun hakkında hiç bir bilgim, bir ön araştırmam yoktu.. Daha önce "Siyah Çoraplar" adlı oyun ile hüsrana uğramıştım.. Bir görelim bakalım, bu sefer nasıl olacak fikri ile konuya yaklaşmışım..

>>>>Senaryosu ile bir o kadar da ilginç olan "Kedi", oyunculuğu ile de harika bence.. Denk gelirseniz, mutlaka izleyin.. Gaziantepte ki sahneyi tıklım tıklım dolduran insanların tiyatro sevgisi görülmeye değerdi.. Anadolu da yeniden yükselecek bir kültür ışığı tüm Türkiye ye yol gösterecek diye düşünüyordum fuaye de.. Oyun bitimi, bütün seyirciler, çok büyük bir çoşku ile alkışladık.. Oyuncular ile seyirciler arasındaki iletişim sağlanmıştı.. Iletişim ve gelişim..
"Konu: “Şiddetin ve terörün giderek tırmandığı günümüzde, terör ve terörizmin altında yatan nedenlerin bazen de çok basit ve sıradan olduğunu aynı zamanda topluma şiddet yoluyla korku salan bu hastalıklı kişilerin silahı en sonunda yine kendilerine döndürdüğünü izleyeceksiniz."
>>>>Van Devlet Tiyatrosunun bu oyunda emeği geçen tüm kadrosuna, Nerelerden de gelipte bana ve diğer arkadaşlarıma bu keyfi yaşattığı için buradan çok çok teşekkür ediyorum..

Salı, Şubat 20, 2007

Adalet

>>>>İş için gittiğim bir fabrikanın başımızda duran bizden sorumlusu ile sohbete dalmışım. Güneş in altında bende nasılda bir heyecan.. Yaptıklarımızı, fikirlerimizi paylaşıyoruz arkadaşlarla.. Günler sonra boğucu ofis ortamından uzaklaşmışım.. Açık hava ve güneş; ben daha ne isterim!.. keyifli bir gün..

Kavaklı parkı-1; GaziAntep, 2006 © TOA

>>>>İçimde çılgın, aşkın ve deli dolu bir arzu olsa da... İşimde sıkı kurallarım vardır.. aynı zamanda ciddiyet olmazsa olmazlarımdandır. Bunu fakedince ustabaşı; Konu döndü dolaştı geliverdi; kurallar ve kanunlara... "Öyle demeyin ama!" ile başlayan bir hikaye, anlatılıverdi...

Kavaklı parkı-2; GaziAntep, 2006 © TOA

>>>>Yıllar öncesi, yeni bir Televizyon almış bizim usta başı.. Markasını bilmesek te olur.. Daha kullandıklarının ilk günleri.. Eş i evde tek başına tek çocuğu ile oturuken.. Yan odada ki TV den kıvılcımlar çıkmaya başlamış... Elinde kova kova sularla yanan yerleri söndürmeye çalışırken, tüle sıçrayan alevlerle baş edememiş kadıncağız.. Çocuğunu da yanına alarak kendini zor atmış dışarı.. Ev yanmış, tutuşmuş birden.. Aile alevlere bakakalmış...... Ustabaşısın mağduriyetini gören Fabrikanın Teknik müdür' ü dava açmasını salık vermiş.. Bizimkisi ilk başlarda pek yanaşmamış.. Ev sahibi de evi onarması için bastırınca; ısrarlara dayanamayıp, pek inanmasa da, davayı açıvermiş.. Bir ay sonra ev e bilirkişiler ancak gelmiş.. İtfaiye ve polis raporları; Yangının TV den kaynaklandığı yönünde imiş.. Dava ya TV firmasından on küsur avukat katılıyormuş.. Bilirkişinin ilk raporlarına itiraz etmişler.. Dava yeniden incelenmek üzere beklemeye geçmiş... Bu arada bizim usta başının Avukat ve mahkeme masrafları 7 milyarı bulmuş.. Yanan, kiracısı olduğu dairenin Ev sahibi de bastırıp; evi yaptırtmış.. Üç milyar ile evi eski haline getirdikten tam 2 yıl sonra diğer bilirkişi grubu gelmiş... Ev tabii ki onarılmış, yepyeni.. Farklı bir şey keşfedememişler... Ancak; Evin elektrik sistemine bakınca elektrik mühendisi; “Tesisat şartname ye uygun yapılmamış” diye yazıvermiş.. Firma suçsuz bulunmuş.. 700 YTL ye aldığı TV; bütün eşyalarının yanmasına ve 10 000 YTL borca mal olmuş.....!...... “Ee! Elektrik tesisatına onay veren kişi/kurumlara dava açsaydınız” dememle birlikte bizim Ömer bey koluma hafiften bir dokundu.. Beklemediğim bir tebessümle yanıtladı usta başı beni.. “Canımıza bir şey gelmedi ya ben ona şükrediyorum” dedi.. Tevekkül bir gülümsenin ardında yatan o acı anlam.. Adaletin yerini bulacak olduğuna dair kaybolmuş inançlar.. Hayatta kalabilmek mülkün temeli...

Pazar, Şubat 18, 2007

Blogania

>>>>Nereden girdim bu bloglar alemine.. Garip sözcüklerin olanı biteni ifade ettiği bu dünya ya... Yazanlar ve yazılanlar.. Dışarıdan sessizce takip edenler.. Sanal bir ortamda farklı bir düzey ve hoşgörü yaratmaya çalışanlar.. Birlikte geçirdikleri onca güzel zamana rağmen, bu PC nin başına çöreklenip yazılarıyla birbirine ulaşmaya çalışanlar.. Aldıkları yorumlara ve link sayısına göre ne kadar da popüler olduklarını düşünenler.. Maddeci bir tatminkarlığın peşinden koşup, sahip olunanlar ile kimliklerine birer rötuş yaptıklarını sananlar.. Ah! şu insanlar... insanlar, üstelik en yalın, içten halleri ile.. Garip gelse de dışında kalanlara.. Birer Blogania vatandaşıyız..

Yesemek; GaziAntep, 2006 © TOA

>>>>Fikirlerimizi, beğenilerimizi normalde sakındığımız çoğu şeyi birbirimizle paylaşıp durur, birbirimizi koruruz.. Gazetenin bir köşesinde, konuşulanlara kulak verdiğimde, bahsi geçilince o blogan'lardan; tebessüm ederim.. Tanımasam da, yüzünü dahi görmesem de; üzüldüğünü bildiğimde, ona yardım etmek isterim.. Varsa bildiklerimi paylaşırım.. Karşılıksız.. O etkileşim ve paylaşım insanları daha güzel, olumlu yapsın isterim..Bazen beceremem, anlatamam.. Ama isterim..

G. ANtep Zoo-1 ; Gaziantep , 2006 © TOA

>>>>Gittikçe göç alan ve çeşitlenen bir ülkenin içinde, çeşitli sosyal gruplaşmalar elbette olacak.. Ama gene de birbirimize, renklerimiz kültürel çeşitliliğimize rağmen bir o kadar da hoşgörülü olacağız.. öyle mi acaba?!.... Belki; Gerçek yaşamda olduğu gibi ileride de bu sanal ortamda Hırs ve Kibir kızıl gözleriyle deliye çevirir insanları... Rant savaşları başlar.. Kaos Blogania 'ya egemen olur.. Eleştiriler belki daha da kırıcı ve kişisel bazda olur.. Okuyucular haris duygulara bürünüp, ürkütücü bir senaryo gibi gelen bu “son” gerçek olur.....

G. ANtep Zoo-2 ; Gaziantep , 2006 © TOA

>>>> Bugün bloglara bakarken sabah, irkildim.. Zeynep in sayfasında ki eleştirinin bir kısmına katılıyor olsam da.. Üzüldüm; yöntemi nedeniyle.. Sonuçlarını, Çevresel etkenlerin içtenliğimize ne kadar büyük darbeler vurduğunu düşünerek... üzüldüm.. Yazılarıma yorum yapmayı blogger olmayanlara açmamıştım.. Beni bilen ve blogumun nerede olduğunu bilenler için blogumun adresini değiştirmiştim... Bu gün eleştirinin yöntemine dair benzer yorumları, Zeynep in yerinde de yaptım.... Benim işim görevim olmasada; bende çocukların resimlerini çeken biri olduğumdan mı ne! sabahın köründe yazmak istedim işte..

G. ANtep Zoo-3 ; Gaziantep , 2006 © TOA

"Sevgili Zeynep;

Ne güzel fotoğraflar çekmişsin.. ki! fotoğrafların; çoğumuzun, bakınıp geçtiği ancak görmeye-detaylarına inmeye- cesaret edemediği noktaları belgeler nitelikte..çoğu insanın konuşmaya bile gerek görmediği, sümen altı ettiği bir konuya; fotoğraflarınla, yazılarınla bir ünlem koymuşsun..Fotoğrafın amacı da bu değil midir birazda?!..Yaşamdan kesitleri yakalayıp, belgelemek..yaşamı sorgulamak..Eser eğer kafalarda bir duygu, düşünce ve sorgulama yaratıyorsa ne mutlu sana.."ben ne yapıyorum bu konuda diyebiliyorsam" bu gün..sen üstüne düşeni bana göre fazlasıyla yapmışsın demektir..senin işaret etmekten başka zaten tek başına yapabileceğin fazla bir şey yok..diğer konuları biz birlikte halletmeliyiz..
İ.L.D. nin yorumları da bunu kanıtlar nitelikte..Ancak, İLD insanların yaşam biçimlerini, tercihlerini eleştirerek değil de; belki bu platform da değil, özel bir iletişimle, "ben/biz bu konularla ilgili şöyle bir çözüm üzerinde uğraşıyorum/z.sizi de aramızda görmek istiyorum/z"..diyebilseydi..çözüme ulaşmak için daha gerçekçi-büyük- bir adım atmış olacaktı....sorgulamak, düşünmek bir başlangıçtır çoğu zaman..
"Her eleştiri kişiye sunulmuş bir armağandır!" Japon Atasözü
Zeynep hanım belki sizin de bu eleştiriden kendinize göre çıkartacağınız fikirler/dersler vardır!
iki kişi konuşurken üçüncünün görevi nedir çok iyi biliyorum, dayanamadım..ben de öylesine bişeyler yazıvereyim dediydim..
Sevgi ile kalın..

G. ANtep Zoo-4 ; Gaziantep , 2006 © TOA

>>>>Blogger ın son uygulaması ile sayfanızı ziyaret edenlere şifre ve sınırlandırma getirebiliyorsunuz.. Bunun tek bir açıklaması var.. Duyulan, duyulacak bir ihtiyaç... Bazılarımız kapatıp gidiyoruz.. Görüyorum.. Üstelik çok samimi ve içten olduklarını düşündüğüm sevdiğim eski arakdaşlarımız bunlar.. Umarım tüm bu yaşananlar ortak bir bağ üzerinde bir gün denge de kalıp, son bulur.. Blogger ların kardeşlikleri ve hoşgörüleri, Tüm Dünya’ ya örnek olur..

Çarşamba, Şubat 14, 2007

Saklı Gömü

>>>>Alışkın değildim bir başına yaşamaya.. Yada etrafımda ki benden uzak kalabalıklara.. Bir terkedeşti, ilk beni istanbul a kavuşturan.. Bursa da o çok sevdiğim arkadaşımdan iş gereği uzaklaşmıştım.. Katlanmam, katetmem gereken, tek başına alınacak bir yolculuktu bu.. İstanbul u keşfetmek.. Endişelerim ve güvensizliğim..... İlişkilerim soluk ve cansızdı.. Puslu bir havada, sakin bir şekilde, sığ bir ahşap iskelenin üzerinde oturup gel-git' lerin altında kalarak boğulmak ister gibiydim.. Bekliyordum.. İçine kapandığım odamdaki imitasyon Dali resimlerimi keşfe dalmışken.. Bir den aklıma geliverdi..
>>>>Yazdıklarımı, çektiklerimi, dinlediklerimi, içten samimi yaşamımı; geleceğe, tanıdığım kimselerin bilmediği bir adaya gömer gibi saklamak...
>>>>Bir 14 şubat akşamı her başlangıcın bir sonu olacağını bilerek, başladım...
>>>>En değerli hazinemi, kendimi, bu blogun içine gömdüm..

Salı, Şubat 13, 2007

ihtiyar çocuk

>>>>Gece zifiri karanlık.. koyu kanatlarını açtı.. kucakladı.. Kulağımda... tatlı bir ninni... gideremediğim gerginliğim.........
>>>>Gece soğuk kolları ile yakalar tek başına.. sarılmak istemesen de.. Dönüp dolanan.. çarşaflar.. Kan ve ter.. Bir karabasan titretirken bedenini.. Kendini tanıyabilmek, anlayabilmek için.. Düşünmek boşuna.. Masamda ki biblonun gözlerinde, sorgulayan bakışlar.. Neden, bu sert bakış.. bu sessizlik!.. Arayış?.....

Yesemek 50 küsur torunlu Dede; G.Antep, 2006 © TOA

>>>>Gerçekler.. Kaçınmak için değilse de.. Soluğumun bulanıklaştırdığı bir pencereden sokaklara bakınmak.. Düşlemek..
>>>>Onlar.. Kesik buğdayların arasında.. Neşeliydiler.. bütün çocuklar.. koşuyorlar.. rüzgarları arkalarına alarak.. uçarcasına.. yalnız biri.. yalnızca engellere takılıp sürünen.. hıçkırıklar.. arkasına bile bakmadan gidenler.. Gülüştüler.. Meğer solgun bir maskeymiş sırıtmak, arsız bedenlerde.. Ağlama! Bırakılanlar küskünken yaşama.. nedenler önemsiz.. ağlamanın bir çözüm olmadığını anlayabilmek.. hiç kolay değil, yeni bir şeyler öğrenebilmek...
>>>>Cumbalının pervazında.. ilgisizliğe tutsak bir sardunya.. balkonundan bakınıyor sallanarak sandalye.. bir ihtiyar hayatının aksak ritmi ile devinirken sandalyesinin tepesinde.. Akreple yelkovanın kollarına sıkışmış düşünceler.. Süzülen damlalar.. Yanaklarından kayar umutlar, bilinmez geçmişine.. Zamanla unutulmak.. Unutmak bir bir.. Her bir detayı.. Önemsenmeyen kekeleyen sözcükler.. Hal bu öyle ki, hep bir başa dönüştür yaşamak.. İlk ve son.. baharlar birbirini kovalar.. Doğum ve ölüm.. Hep aynı çığlıklar.. Gülüşlerse, geleceğe yadigar.. Bence; sen, üşenme! Kalkıp silkin bu yaşlı çocuğun ihtiyar gözlerine bakarak.. Bastonuna yaslanarak.. Her umutsuzluğa kapıldığımda.. Anızların arasında sere serpe uzanan o çocuk.. hüzünlerle boğuşurken.. o ninniyi dinlemek.. Pencerem de ki buğulara dalarken.. Hayatı torunlarının gözünden yaşlar akarken yeniden anlayabilmek..

Salı, Ocak 23, 2007

Haberler

>>>>Yolda son sürat, alalacele gidiyorum.. aklımda ki işime dalmışım.. Arabaları sağlı sollu geçip arkama takıyorum.. Kimi sinirlenmiştir belki sövüyordur, biliyorum.. Gözümde önümdeki araçlar ve mesafeler.. Ah! Ben bazen bu sıkışıklığa çok kızıyorum, sormayın... Belki aralarından sıyrılırım.. Bilimkurgu bir film aklıma gelmiş.. Hani Vitesi bilinmeyen bir yere itip uçup uzaklaşabilsem.. Açık ağızlara, bana hayret eden insanlara inat..

Ermeni Kilisesi ; Istanbul, 2006 © TOA

>>>>Yolda; radyo kanallarını gezinirken, bir spiker; heyecanla, soluk soluğa anlatıyor.. Hrant Dink i vurmuşlar.. İlk olarak kendi kendime konuşuyorum arabadaki boşluğa.. "Haydaaaa Tüh! Çok kötü oldu şimdi!..."..... Detaylandırırken spiker gelişmeleri, aklımda binlerce düşünce.. Olasılıklar, geçmişten günümüze fikirler, de ja vu.... Ne kadar da üzülmüşüm.. o kadar yavaş ilerlerken geldiğimi bile anlamamışım..

Antep Yesemek Heykel Atölyesi; G.Antep, 2006 © TOA

>>>>Günler Geçti.. Git geller.. işten ev e, evden iş e.. Akşam olunca haberler de yine ,belki fazlası ile, temcit tadında sunulan bir haber oldu gazeteci Hrant.. Artık haberleri izlemek istemiyorum.. Damarıma dokunuyor.. İsyan bayrağını çekmem mi isteniyor.. Bu dolduruş, bu gaz... Neden bu duygusal bombardıman.. Bilmiyorum.. Ölüm zaten acı bir olay.. Yazan, düşünen birinin ölmesi daha da hüzünlü... Hüzünleri üzerine toplayan bir mıknatıs gibiyim zaten.. Kendimle özdeşleşen buldum mu bir şey... Olaylar kişiselleşiyor istemesem de.. Örtüşüyorum.. o kıyafete bürünüveriyorum.. Üzülüyorum..

Yesemek Torun ; G.Antep, 2006 © TOA

>>>>Katil zanlısı Internet düşkünü imiş.. Internet ten yol gösterilmiş o hain pusu için... Evet suç aletlerinden biri de Internet... Öyle mi acaba!?.. Sakil düşünce bu; her yerde konuşulan.. Herkes bir cephe oluşturacak şimdi, biliyorum.. Toplulukların içine giremeyen o yalnız çocuk için; "oğlum kalk artık şu bilgisayarın başından" diyen analar; anlamlı anlamlı oğullarına bakacak... Belki küçük yaştaki çocuklarına, babaları, "Artık yasak sana internet neyim" diyecek.. Haberlerin ardından yaşanacak tüm o duygusal travmalar..... "Internet i çocuklarımızdan uzak tutalım!" kampanyaları hız kazanacak.. Kulaktan kulağa yaygınlaşacak bir söylence... Bireylerin ve tek yaşayarak varolmak isteyenlerin, özgürce yaşayabildiği tek ortam Internet... Internet e, olgun yol göstericilerimizden nice darbeler inecek, biliyorum.... Yasalar, yasaklar.. Hepsi gelecek biliyorum.....Yönlendirme araçları, yönlendirilen düşünceden daha suçlu bulunacak.... Araçlar mahkum edilecek, cezalandırılacak.. Vuran Tabanca, azmettiren Internet...

Yesemek Torun 2; G. Antep, 2006 © TOA

>>>>Bir zamanların eleştirilen BBG si aklıma geldi.. İlk çıktığında herkesin kendini bütünleştirdiği bir numara ve karakter vardı.. Hele o keçi sakallı Eray vardı ya!... Bak hala unutmamışım!.. Ne kadar önemli bir bilgi değil mi?!.... O zamanlar; "Aaaa bilmiyor musun?... görmedin mi?...." diye hayıflanan insanlardan kaçmak, hayıflanmalarına ve ilgisizliğime dem vurmalarını önlemek isterken..... en çok seyredilen programım oluverdi o saçma BBG.... Mahalledeki ufaklık Dedikodu; TV de büyüdü, gelişti.. Önüne geleni midesine indiriveren bir deve dönüşüverdi.... Tıpkı merakımızı dindirdiğimiz Haberler gibi... Merakımız, gözetlemek ve bilme tutkumuz, O tek gözlü devimiz... Ve ona verdiğimiz bin bir çeşitle bezenmiş öğünlerden biri.. Evet o öğünlerden biri de Haberler.... Havalar nasıl olursa olsun, o haberlerin içine çok dalmamalı... Bence..
Eskiden ne güzel derlerdi:
Özetler bitti şimdi sırada Haberler

Salı, Ocak 16, 2007

Matthias Loibner: tiny hurdy gurdy concert Calinan sey gayda mı yoksa akordion mu bilmiyorum ama çok iyi çalıyor.. Cok icten, dogal.. Muzisyenlerimizin en onemli eksikligine ince bir elestiri..

Salı, Ocak 09, 2007

Neden korku

>>>>Neden? Neden korkar insan.. Nelerden korkar! Abuk sabuk bir filmin kanlı, vahşi sahnelerinden?!.. Ölümden... İçine gömdüğü bir sırrın herkesler tarafından ansızın öğrenilecek olmasından.. Karanlıktan.. Aydınlıktan.. Sessizlikten .. Duyamamaktan.. Duyulmamaktan.. Geçmişinden.. Yalnızlıktan....

Munzır Yaylası-4 ; Hatay, 2006 © TOA

>>>>Ne çok korkacak şey varken..... Yalnızlık.... Eskiden beni ne de çok korkutan; o yalnızlık.. "Tek başına yaşamak bir alışkanlık olmasın" derken kardeşim.. Elbette sonra kim bilir belki vazgeçemezdim o istenmeyen gerçekten.... alışabilirdim.. Diyebilirdim; "Yalnız kalına biliniyor"...... Ayrı kalarak, garipliğini kanıksamak.. İnsanlardan hep farklı olduğunu sanarak, yabancılaşmak.. Sandığının tersine, sonunda o bilinmezin gizinin hayasızca çözülüşü.. Yalnız kalmak, korkuların, içimize gömdüğümüz bir oyunu.... Bir giz.... Hayatımızı sakınıp, gizlendiğimiz bir tapınak, ki orada daha da kutsaldır düşlerimiz... Hüzünlenerek üzülmek değilse de üstümüze örtündüğümüz, ağlamaklı dokunur ten' e kokuşan giysilerimiz.. Artık başkalarına sokulmak istemez belki titrek bir beden.. Yalnızlık bir bilinmezi oynamaktır kimileri. için...

İçmeler ;Marmaris, 2006 © TOA

>>>>Belki bir gülücük bile kalmamıştır dudaklarda.. Sevgi ile bakıp uzaklaştığımız bir tutku iken gökyüzü ve diğerleri.. Üzerimize örtündüğümüz o çok sevdiğimiz hayal kırıklıklarının şalına sarınırız.... Sevda bir türkü değildir artık yüreklerimizde.. Yalnızlığımızla oynadığımız bu saklambaçta ürkerek kaçılır o sevdalardan... Belki bulunmak isteği vardır en derinlerde bir yerde, yüreklerde.. Ya da sevdalının keşfedeceği bir köşede yakalanmak.. Ara sıra bulunu verilen bir uğrak yeridir hayat, bir başkasının teğetinde.. görülünür, bilinir, geçilip gidilir... Gelip geçenlere seslenip, dinlerken, dinlenilir aslında.. Bir melodi olur dolanır dile söylenenler... uyuşukluk ve sakinliğim.. Eğer çok gereksizse ve uzun uzadıya uzadıysa; içine çekerse tüm söylenenler.. Dalmak için suların derinleşmesini beklemez o ürkek çocuk... Alnımızdan süzülen boncuk boncuk damlalar.... Bir seli serer boğulmak için önüne... İçinde kaybolmak için.. Derinliklerinde saklanmak için.. Bir titreme yeterlidir uzaklaşmak, vedalaşmak için... Uyanıp daldığımız asap bozucu hayal treninin, biletleri zımbalı yolcuları; takılıp gelmiyor işte peşimden.. ayrılıyorlar her bir durakta.. yolculuklar aynı yere birlikte olmuyor her zaman.. Halbuki ne kadar çok şey var kaçınmak, korkmak için.. Korkularımız evet....... Unutulmaktan, görülmekten, bilinmeden olunmalara uzanan bir yalnızlık hikayesinde başrolü oynamaktan......