Pazartesi, Ağustos 28, 2006

Aralı Yorum

>>>>Bağımlılıklar.. Bağlanmışlıklar.. özgürlüğüme gem vuran tüm o değerler.. benim için üretilmişken, sahip olmamın bana bir ayrıcalık yarattıgını sandigim, ancak sonunda esir olup ona ait oldugum... bagimliliklar... Acaba tüm o keyif vericilerden biri mi oluyor Internet benim için.. bilmiyorum... Özgürlüğüme gem vuran ama her seferinde zevk almama ragmen vazgecebildigim hersey gibi, sonunda seni de terk edip gidebilecek miyim?.. denemeden bilebilmek mi?.. bazen imkansiz onceden bilebilmek....

Yildirim, Eskisehir, 2002 ©TOA

>>>>Simdi gözetleme deliginden bakip merakimi çildirttigim o kapıyı, dizlerimin ustune comelmis usulca aralıyorum.. loş soluk bir isik suzuluyor gözlerimden.. sessizligin uzerine tabakalar döşenmis.. sesler ne kadar da karmasik; bir bilebilsem, ayırabilsem.. dengesiz.. apartmanin holünde yankilanan aci bir fren sesi.. çözümleyemediğim bir şoför serzenişi.. Çağirdigim asansördense birileri mırıldanır gibi.. asansörde müzik; bugun ne kadarda kalitesiz.. geri donup, kapıyı kapatip cesaretimi mi toplamali?.. artık evin içinde winamp ım da acik degil ki.. bence artik yalnızlığı pekistirip, sessizligi dagitmamali... alisabilmek icin denenmeli dusunulmeden...... sevmesem de bindim o asansöre.. katlari bir bir indiriyorum aşağıya.. bu aralar masmavi birileri beni arayacakti.. sonra.. son canim sevimlimden bir mektup gelecekti.. hani!..?.. neden inbox um bomboş hala?.. Apartmanimin girisindeki o şekilsiz kutu; neden inbox oldun şimdi!.. en azından ben çıkıp gitmeden yetiş bana ey mektup.. nerede kaldin?.. beni o en cok sevdigim gunesli gunlerimde bile evimin icine tikalayan internet.. Evimin içine Tik-a-layip; Tiklayip ögrenmelik bir hayat sunan internet.. biletimi aldim.. gidiyorum.. Aralı-yorum sensiz geçecek gunlerimin kapisini..

Perşembe, Ağustos 17, 2006

Kalabak Suyu

>>>>Arkadaşın terasında oturuyorum.. spor sonrası, terli ve susamışım.. Ruzgarı hissediyordum islak saclarimda.. hasta olacaksin sozlerine inat şu betonlarin icine gomulmuş insanlara daldirdim dusuncelerimi...düşüncelerimin arasından "susadın mı?" dedi bir dost.. hiç fena olmazdi ya!..hemen kabul ettim teklifi.. bir şişe su, kalın camlı buyük buzlu viski bardaginin yanında.. onume kondu.. Kalabak suyu yazılı şişeyi görünce içine dalinan tatli düşler sarmaladı beni nedense.........

Love Road, Eskişehir,1998 ©TOA

>>>>O zamanlar 11-12 yaşlarındaydim.. Yaz aylarında, sabahtan akşam ezanı vaktine kadar dışarda yaramazlık yapardık.. Bizden ve evin içinde yaramazlık yapmamızdan usanmış bir anne ve disari sabah erken kaçışlarımız... izinsiz, usülsuz.. yara bere yada toz toprak içinde eve donuslerimiz... kopan yaygara.. "ah! oglum, yaramaz oglum" deyisler.. Kabına sigmayan bir enerji ve merak..

The child from iraq, Eskişehir,1999 ©TOA

>>>>İşte öyle sabahlardan biriydi.. kavurucu bir sicak vardı... Sitemizin yanında bulunan toprak sahada toz ile toprak birbirine karışmış... bir gurultu bir patırtı.. hemencecik dikkatimizi çekti tabii ki... Merak bizi rahat koyar mı o zamanlarda, olay yerine akıverdik kosarak.. hatırlar mısınız o zamanlar hacilar otobusle giderdi Hacca.. Şehirlerde buyuk alanlardan otobusler kaldırılırdı.. Tam tabiriyle, tabii caizse; Ana baba, Dede Nine günü.. Yaşlı, sakallı dedeler; tulbentli nineler ve torun torbalar.. yanımdaki arkadasim hakkı, bize gore biraz daha dindar ve birazda tuccar zihniyette.. Durur mu?.. Bu sıcakta bu kalabalık kaçırılır mı?.. Hemen planları yaptık.. Asla yetişemedigim, o, 5 dakika sonrasında gorusmek uzere evlerimize dagildik........

Trekking to the Inonu hills , Eskişehir,2000 ©TOA

>>>>Eskişehir de gecti çocukluğum.. Ah o en guzel yıllarım.. Eskişehir de çocukluk... Sakin ve kendi halinde demokrat bir kent Eskişehir.. Kuru karasal iklimi ve şehrin can damari sayilan Porsuk disinda, kent pek bir hasretdir su birikintilerine... O yuzden dolar taşar Porsuğumun etrafı.. Eğlence, romantizim, sokak ressamları, sokak müzisyenleri.... Geç saatlere kadar Eskişehirin gençleri Porsuk ırmagi etrafinda.. Su hayatsa, hayat porsukla taşar Eskişehir'in damarlarına..........nedense içmek içinse su yoktur çeşmelerinde... Daha damacanaların ve su firmalarinin turemedigi yıllarda, her evin bir bidonu, her semtin su dagitan bir su tankeri vardi.. Şoförler bile isimleri ile tanınır, onlara, susuz kalınca sitem edilirdi.... "Bizim bidonu neden doldurmadan gittin Osman abi.. aşkolsun yani!.." --mesela yani şimdi ismini hatırlamıyorum, atıyorum tabii ki de-- ...... Bidonların kapaklarının içine, taklit parfümleri dolduran Akgül firmasının beyaz poşetleriyle su parası konurdu.. Yada biz hep ona koyardık.. Mahallenin yolsuz kalmış gençleri ise bu paraları toplar, ganimetleri ile Atari salonlarına yada misket satan bakkallara hücum ederdi... --bana bakmayın! ben asla calmadım--.....

Into the cave; Inonu hills-2 , Eskişehir,2000 ©TOA

>>>>"Tzzzzzzttt" diye öten o eski Ford kamyonun sesini duyunca, kardesimle isimlerimizi hep karıştıran Babam bagirir: " -........- su gelmiş aşağıya inip getir.." Ee! eve su getirmek erkek adamın işi elbet!.. Şimdi "eve ekmek ne zaman getireceksin bakalım" deyişleri hatırladıkça gülüyorum..... O zamanlar egemenlik kayıtsız şartsız ebeveynlerde idi..... Pazara kim gidecek sırası hakkında kardeşimle kavga ettikten sonra, Pazar arabasını alır, torbaları yuklenir, annemi o kalabalığın içinde kaybetmeden alışveriş yapardım.. Annem yapardı daha dogrusu.. Bense taşırdım.. Başka şansımız olmasa da severek yardım ederdim..... Yaşıtlarımdan başka çocuklarsa sıcak yaz aylarında bağırarak dolaşırdı o pazarlarda... "Aaaaaaliss Kaalabaaaak var mı Buzzz gibi su içeeen".... Bu onemli bir slogandır Eskişehir'de.. Daha tüp arabalarına megafon cingıl taktırılmadan evvel o çocuklar vardı........ Su satmaksa ticarete başlamanın yoluydu.. --öyle mi kandırıldı acaba bir kuşak..-- neyse!.....Eskişehir de herkes Kalabak suyu içer, siz bilmessiniz...

Porsuk, Eskişehir,1999 ©TOA

>>>> Haci adayları Mercedes 302S otobuslerinin onunde akrabaları ile helalleşirken ve ustlerinde o sıcak yaz ayına ragmen, bej rengi cubbemsi kıyafetleri ile dolaşırken, elbette susayacaklar.. Ben ve iş arkadaslari ise ayagimiza gelmiş fırsatı degerlendirmeyecegiz de...........?!...Evde buldugum potakal plastik sürahiyi doldurdum.. buzluktaki karlanmış ve buzlanmış yerleri çatal ile kırarak parçaları sürahinin içine attım.. toz toprak içindeki top sahasına koştum... Müsteri kapmak için dagildik duzensiz bir sekilde.... Pazarlardan gozlemlediğimiz ancak pratigini yapmaya hiç firsat bulamadığımız satış işlemini uygulamaya çalışıyorduk.. Hakkı arkadasim ses duzeyi olarak oldukça başarılı ve satış işinde iyi idi.. bense.. Sevimlilik ve çocuksu cazibemi kullanıyordum mu deesem?!.. hayır!.. sadece kısık bir sesle "Kalabak su" diyebiliyordum.. utanıyor, çekiniyordum.. Sonunda Sakallı bir dede beni durdurdu.. Dede mi desem amca mı desem?..işte öyle bir şey!... kıyafet, hitabet yaşlıcana ama gel gör ki cildi pek saglikli... neredeyse genç gibi.... o zamanlar anladım dede olmanın sirri sakalda.. Bardakları doldurdum sıra sıra sirlar kalesinin dedesine... hepsini bir bir içtiler...Maşallah! pek'te susamışlar.. Hani Garanti'nin reklami o zamanlar olsa... izlesem ve usul'ü öğrensem... Avcumu yere paralel kaldırıp sempati yaratabilsem dede de... Bendeniz; Direkt pat diye "(yok şu kadar) TL amca" dedim.. Amca-Dede karışımı insan birden hiddetlendi... Kukreyerek "velet e bak yahuu! sen git çeşmeden doldur sonra da hacca giden adamdan para iste...." sus pustum... boynumu büktüm, gittim..

My friends , Eskişehir,2003 ©TOA

>>>>Kalabak suyu beni ticaretten sogutan ürün belki de.... Paranin sadece mallarin degil, insanlarin da özünden saptıran bir degisim aracı oldugunu gosteren urun de belki Kalabak suyu...... Aslinda dedemsi insan hakli.. Ham maddesi sana ait olmayan bir urunu satmak hiçte durustçe degil... Sen Babanın suyunu al Dedeye sat....olmaaz... ee n'oldu sonra.. okudun da ne oldun?.. Sorarlar adama dimi!?.. Zengin olamadım, olmayacaktim da zaten ama....evet ama............Siz ne olmayı umuyordunuz ki..?..

Pazartesi, Ağustos 07, 2006

Kayıp İhtiraslar

>>>> Bir çocuk uyandı küçük yatağında.. Kalktı birden koşarcasina.. sağ yanında yatağının bir pencere; kendi kadar, pek minik.. Penceresinde görünen ne bir bina ne bir ağaç... Yalnızca koskoca bir ova.. sonsuz bir ova.. bir ova ki; buğdaylar rüzgarın kanatlarıyla dalgalanırdı ufka kadar... Bir denizi andırırdı bu ıssız ova.. Ovanın bir ucundan öteki ucuna , belki de tam ortasından, evine paralel bir tren geçerdi her sabah tam 6:30 da.. Kalkar, penceresinden bakar, kendisini görmeyen yolculara el sallardı.. içine kapatıldığı küçük ev ve hayallerine bile sığdıramadığı kocaman bir ova.. Annesi daha, ufak tefek diye tek başına salmasa da dışarı; o bir gün kaçacaktı, o kara trenin gerçek yolcularını görmeye.. Buluşacaktı o kimsesiz yolcularla, bir sabah tam 6:30 da... Ve o ovanın tam ortasından diğer yarısına bakarken arkasına dönerek uzaklardaki evine bakmak; geçmişine bakar gibi.. Bakınmak, nerelerden gelmişim ben diyerek başarmanın sarhoşluğu ile..

Ortaköy-1; Istanbul,2006 © TOA

>>>>Peki bu mudur başarmak? Bize büyük değerler kazandırmasa da başarmak; istediğine ulaşmak mıdır? Ya da istediğine sahip olmak.. Onun varlığının üzerinde söz sahibi olduğunu görmek? Sonunda güçlü olduğunu hissetmek midir Başarmak?... belki de hissettirmek!... Onun; trene varmak, sınırlarını aşmak ve bir yerlere ulaşmaktı tek isteği.. Tutku ile hayata bağlandığı tek gerçek, o trene vardığı an'ı yaşamak içindi.. çünkü tutkular bağlar hayata.. tutkular güç verir.. Terler dökülür hayaller için, ulaşamadığımızda döktüğümüz göz yaşlarımız kadar yoğun...... hırsları yoktu belki ama ihtiraslıydı.. Ne insanlar vardır; bazen uğruna ölünebilen ihtirasları ile... Herkes için birbirinden farklı ama önceden bilinemeyecek ölümcül ihtiraslar vardır yaşanması gereken..

Ortaköy-2; Istanbul,2006 © TOA

>>>>Bir sabahın körü, evin olgunları daha güne gözlerini açmadan, o giyiniverdi kısacık şortunu.. Soğuk marleye basıverdi minik adımlarla.. Dış kapı; gövdesine bastırılarak açılıverdi usulca.. Aynı sessizlikte çekiliverdi peşi sıra.. beklendi kapının dış tarafında... evin içine kulak dayandı, uyananların pek mümkün homurtularını beklercesine... belki korkuyordu.. gidemeyecekti o kadar uzaklara.. Yarı yolda kalacak, başaramayacaktı.. Biri uyansa hani ve onu durdursa.. Bu iş burada bitse... ama denemeliydi... hissettiği tek şey "gitmesi" gerekliliği idi... o kalbinin sesine inandı... merdivenleri, korkuluklarına tutunarak en dip kenarından iniverdi kat kat... Sabah soğuk, ürpertici ve yeni yeni ışımakta idi... karga sesleri "geri dön" der gibiydi.. "o kadar uzaklara sen gidemezsin, sen daha bir çocuksun"....... Yapraklarla birlikte yollara döküldü bir sonbahar sabahı.. güneşin güne merhaba dediği o ihtiras ovasına doğru minik adımlarla ilerliyordu.... Çimlerin üzerinde küçücük damlalar, damlalar bacaklarında, ürpertici bir soğuk ve yürümek.. Site çepeçevre dikenli tellerle çevirili idi... Dikenler, içine kapatılışımız; "güzelliklerden uzak dur" der gibi....... Farklı bir düzleme kurulmuş bu site, ovadan birkaç metre yüksekte idi.. Sitenin giriş kapısındaki görevlilere gözükmeden dışarı çıkamazdı.. dikenli tellerin içinden geçip aşağı inebilirdi belki... denemeliydi... dikenli tellerin arasından önce zayıf bedenini geçirdi.. sonrasında ise tek ayağını.... dikenli tellerin ardında, sadece ayakları üzerinde dik durabileceği kadar dar bir zemin vardı.. Ovanın bulunduğu aşağı yerde ise Çöp Tenekeleri....

Beyoğlu-1; Istanbul,2006 © TOA

>>>>Sirtını tellere vererek biraz ilerlerse.. çöp tenekelerini olmadığı yere ulaşabilirse........ ikinci ayağını tellerden kurtarırken birden takılıverdi dikenlere.. dengesini kaybetti ve çöp tenekelerinin içine yuvarlandı... başını çarpmış, kendinden geçmişti.. kendine geldiğinde apartman sakinleri ve babası başında idi.. gözünden yaşlar geldi ilk anda.... gidememişti.. bundan sonra da gitmesine izin verilmeyecekti... "ne işin var senin bu saatte, bu rezil yerde" dedi bir baba...babası.. hayallerini çöp kutusuna atıvermişti, kendisi ile birlikte.. Gitmek istemesinin nedenlerini başkalarına mantıklı bir şekilde anlatamayacağını ilk o anda öğrendi... hayallerine tutku ile sarılan o çocuğun ihtiraslarına ilk orada gem vuruldu...ihtiraslarını belki ilk o an' da kaybetti.. cesur kararlar vermekten, dilediği için her istediğini yapmaya kalkışmaktan, istemenin her şeyden hep daha önemli olduğunu bilmekten, ilk o anda vazgeçti.......

Beyoğlu-2; Istanbul,2006 © TOA

>>>>Birden, kendisine dokunan o adamın itelemesi ile ayılıverdi hayallerinden... "Eczane durağına geldik beyefendi" dediler.. Ne kadarda çabuk gelmişti... teşekkür etti.. Minibüsten indi.. Çocukluğunu düşündü yürüdüğü yol boyunca.. düşlere dalmıştı gene...--- uzaklar.. ulaşılmaz sanılan uzaklar.."neden olmasın!" deyişler.. neredeydi tüm bu düşünceler......Ayaklarından yer yüzüne bağlanmış küçük bir serçe ne kadar hoş ötebilir.. Daha ne kadar daha uçabilir sahibinin gittikçe kısalttığı ipin ucunda... menzil ne kadarda küçük.. hayallerim gittikçe sığlaşıyor.... Aşklarım vardı en azından.. Onlar; bu bilinmez çölde kendimi özgür hissettiğim vahalarımdı benim... Ya! tutkularım?!.. o cesur tavırlar ve kararlar nerede?..... bulamadım.. kayboldum ben o çöplükte ihtiraslarımla birlikte.. Kaybolan ihtiraslarım...

Beyoğlu-3; Istanbul,2006 © TOA