Çarşamba, Ekim 19, 2011

ölenler-kalanlar: insanlar...

>>>>Güneşli bir sabahta, keyifleneyim diyerek açtım radyoyu.... son dakika ile başladı ölen insanların haberi.. üzüldüm.. hala üzgünüm.. gün boyu yazılanlara, arkdaşlarımın arkadaşlarının paylaştıklarına, yorumlara bakıyorum da.. kimisi profili görüntüsü olarak kurdele koyup, protesto ediyor, kimi ise yaşanan üzüntünü hatta çoğulcu nefretin hedefi olmadan ürkekçe ifade etmeye çalışıyor.. kimi taraflı, yanlışı savunmanın dik duruş olduğunu sanıyor.. ama görünen o ki herkes kendince haklı.. suçlu ise hep dışında.. dışarıda..

Kale, Samandag , Hatay, 2011 ; © TOA

>>>>Sabahtan bu yana; insanlar ve kendini dışında gören diğer insanların mücadelesine tanık oluyorum.. kaybolmayan uçmayan yazının izlerini takip ederek kitaplardan altı çizilmiş ç-alıntılar bünyeye, öylece zerk olmuş sanki!.. Sanki etin kemiğin doğallığında her bir parçamız; siyah kaşlarımız ve sapsarı saçlarımız... derleme toplama bir haldeyiz.. ama bunların suçu yine bizde değil.. "ah şu sistem yok mu" diyor mesala birimiz.. ya da "türk solu olur muymuş canım" diyor pkk sempatizanı bir kominist..!?!.. herkes; kendince çok özel, eşsiz.. bu yüzden değil mi zaten hep sorunların çözümünü dışarıda arayışmız.. biz değil miydik, yüzyıllar içinde eğrilip bükülüp evrimleşen.. düşünceleri sistemleri ve hatta dinleri üretip mükemmeli hedefleyen.. bizler, diğerleri ve öteki insanlar değil miydi..?..... farkı belirginleştrip; daha çoğunu isteyen hep çoğunluklar mı oldu sanıyorsunuz?.. bugün üretim tüm dünya ya yetecek düzeyde iken, açlık ve yoksulluk varsa.. bugün binlerce dinin evrimleştirdiği, Ahlak; her türlü iletişime-en hızlısından hemde- rağmen; hala iki yüzlülük ile üç maymunu oynuyorsa.. pragmatikse.. çıkarlar için -ticaret vs- herşey caizse.. ve eninde sonunda birilerine yarıyorsa her sistem.. TC, Cumhuriyet, Şeriat monarşi vs. diğer tüm yönetim sistemlerine bel bağlama sayın ey insan....

eshab-ı kehf, Tarsus , Mersin, 2011 ; © TOA

>>>>Kurdele ile protesto eden arkadaşlarım, size bir kaç şey demek istiyorum. nefretin sevgi eksikliğinden oluştuğunu ve bunun körüklemenin, tüm insanlara zarar verdiğini, okumuş eğitimli insanlar olarak görmelisiniz.. Yangına körükle gitmenin temel doğrular göz önüne alındığında, hiç bir faydası olmayacaktır.. öngörü eksikliği olan hükümetin Cahil yöneticileri de aynı tutumu takınmadıkça, amaçlarına asıl nefret eden katiller ulaşacaktır.. insanlar ve diğer insanlar lütfen dolduruşa gelmeyin..

Selale, Tarsus , Mersin, 2011 ; © TOA

>>>>Suç un cezası suç ise bir süre sonra suç legalleşir.. kan döken brinin -dökülen ne kanı olursa olsun- ne sevgi ve barıştan söz etmesi ne de vicdandan bahsetmesi inandırıcıdır.. kim ki kan döküyorsa onun vicdanı, ahlaki sözlerinin gerçekliğinden şüphe ederim..

eski tarsus evleri, Tarsus, Mersin, 2011 ; © TOA

>>>>Ve sayın aktivist kardeşim.. Devrimi, sistemi değiştirerek yapamazsın.!. insanlar sistemle nedensel bir bağ içindedir.. insan sistemi, sistem insanı değiştirir.. samimi olarak diyorum, en zor devrim kendi içimizde ki devrimdir.. insan ölümüne en güzel tepki, kendini silahsızlandırarak yapılabilir..

Titus tunel, Samandag , Hatay, 2011 ; © TOA

>>>>Yokluğunu hissettiğimiz, sevgi üzerine, ç-alıntı altı çizdiğimizi sözcükleri tırnak içine almadan, algımıza morfin basıp, kendimizi rahat hissettriyor olabilir miyiz acaba.?. doğruluğuna inanıp yaşama geçirememek, değişememek, olamamak.. "evet orada öyle bir düşünce var" diyerek, hatta paylaşarak, birilerinden bişeyler bekleyerek, acılarımızı hafifletmek mi gayemiz..?!.. Evet değişim gerekli...
Peki!... Devrim mi yapmak istiyorsunuz? işe aynaya bakarak başlayın ..!!!..

Pazar, Eylül 18, 2011

Cok Yasayasiniz..

>>>>OKUmak.. Sözcükler.. etkisi ne kadar da azmış.. İletişim becerisi söz ve ses tonu ile başladı sanıyoruz.. Öyle mi?.. Okuyoruz işte bir şeyler.. sözcükler ediniyoruz birilerinden; ödünç.. sonrada kullanıyoruz acemice.. aklımızda kaldığınca.. aklımızda artıklar.. iletmek, kendine ait olmadan.. iletişimde ne kadarda önemsiz bir aktarım aracı aslında, sözcükler.. Diller.. Halbuki, Beden dili; on kat daha etkili bir ilietişim aracı..

Eshab-ı Kehf, Tarsus, Mersin 2011 ; © TOA

>>>>Yeter!.. Sıkıldım artık!.. sözcükleri dilinde ustaca kullanan iki yüzlü insanlar.. istemiyorum altı boş fikirlerinizi.. Zeki mi sanıyorsunuz kendinizi?.. mantıksal dizginiz Güven mi yaratacak bende?!.. Tonlamanızla sağlam biri olduğunuzu düşüneceğimi düşünüyorsunuz..?!.. Ya da güçlenip eksiklerinizi ört bas edebileceğinizi, duygularınızı yavanlığınızı insanlara hissettiremeyeceğinizi.. İnancımı kaybetmeden sana ey insanlık.. Göster bana lütfen kendini..
Ve sen!.. koşturmacanın kaçışında ki benliğinle.. şöyle dur bir bak etrafına.. senin olmayan bir hayatın pençesinde çırpınırken.. O sözcükler mi olacak kurtarıcın.. rahatlayacak mısın?.. Bilmek yetmiyor artık dostum.. beni kandırsan sana ne faydası olacak..? aldanırım iyi gelecekse, yeter ki sen iste.. Ama, saklanma artık maskelerinin ardına.. yüzlerini yalnızlığında aşındırmadan.. çık ortaya.. içinde ki dehlizden.. mutsuzluğundan kendi gerçeğini keşfetmeden seni kimse çıkaramayacak.. o yuzden sana tavsiyem.. korkusuzca.. hani dost sohbetinde doğru budur dediklerin var ya.. inandır beni.. YAŞA ..!.

Salı, Ağustos 23, 2011

Yazmak gibi...

>>>>Geçmişte yazdıklarım.. şöyle bir göz gezdirdim de.. yazma tembeli olabilir miyim?.. acaba…... peki!.. kelime tüketimi konusunda.. cimrinin teki.. aç gözlü.. sabırsız.. heyecanlı.. Obez bir obsesesif..!….…( yok canımm..!..)
>>>>Bugünlerde canım yazmak istiyor.. yüzeyden.. çok seri.. dalmadan derine.. belki de saçma.. mesaj mı gidermiş birine (hadi canım sende!.. Kimin umurunda)....... yazmak … Ne tarif üzerine.. ne talimatla.. nasıl olursa olsun.. diyorum ya.. bu ara yazmak istiyorum.. takılmadan bunların hiç birine.. hiçbir şeye.. pek bir genel.. etliyle sütlü.. kucak kucağa.. koyun koyuna…. ne liste liste, aşama aşama.. ne yemek tarifi gibi..!.. ama.. bir şey.. olmalı……. yazmak gibi..

Hopeless Faith, Blagay , Bosnia Herzegovina, 2010 ; © TOA

>>>>İstiyorum.. ama….. amade parmaklarım.. uzatmasın.. bu seferinde.. ne tekrarları.. ne açıklamaları.. ne öznesi.. ne nesnesi…. Ne?....... hele bir de belirgin mi?..( ney-im-e gerek?) .... ama.. yüklemi olsun sadece.. en başında.. tek başına.. öyle ki!.. ürksün.. ürkütsün.. Uyandırsın adanmış ruhları.. öyle ya!!.. korkusuzca kanatlandırsın.. öyle bir eylem ki.. harfler uçuşsun parmaklarımın ucunda.. dokunmak gibi.. sevmek gibi.. olmak gibi.. yazmak gibi..

Çarşamba, Ağustos 17, 2011

Bir varmış ...

>>>>İhtiyaç bir şey in yokluğundan oluşur.

Bir şeye ihtiyaç varsa orada o şey yoktur.

insanların duygusal ihtiyaçları, aslında ihtiyaç duydukları duygununda kendilerinde ki yokluğunu göstermez mi..?..

Mesela ;

Özel ilgi ve alaka ile sevgi ihtiyacı bulunan bir kişide,

Kendi ruh hallerinde bu duyguların eksikliğinde bahsedebilir miyiz?.. Bu duygulara ihtiyaç, bu kişilerde; yaşanmamış sindirilmemiş, bulunmamış olanın yokluğunu göstermez mi?

Ya da şöyle bir örnek versem; Kendi özsaygısı yüksek, rahat bir vicdanı bulunan bir insanın başkalarının kendisine saygı göstermesine ihtiyacı var mıdır?.. ?..

Sevgi ilgi ve duygusal bir yakınlık ile yetiştirilmiş bir insan, ne kadar bunları başkalarından talep edip bu konuda ihtiyaç gösterecektir?.. Daha ziyade kendi yaşadığı güzelliklerin benzerleri başkalarınca da yaşansın, hissedilsin diyerek paylaşarak başkalarına yaşatmak istemeyecek midir?.. Sevgi verilerek paylaşılarak çoğalan bir duygu ise.. Sevgi ihtiyacı varsa, aslında bunu söyleyenin özünde de olmadığını göstermez mi?..

İhtiyaç bir şeyin yokluğu ile beslenir...

Beklentileri herkes gibi -belirgin olmayan- Amaçsız ve mutsuz insanlar;

ihtiyaçlarını, yani kendi gerçekliklerini -yokluklarını- keşfedememiş insanlar olabilir mi?..

Acaba diyorum? ne dersiniz?

without person... Wine, sunshine, NEMRUD; time was the ramadan , Adiyaman , Turkey, 2007 ; © TOA

Pazar, Ağustos 14, 2011

Bir pazar...

>>>>Bugün günlerden Pazar.. sabah 08:00.. bir Cumartesi gecesi sonrası evimde tek başıma.. bir tatil sabahı.. uzun zamandır sanki bir tatil modundayım. Bekliyorum gibi sanki bir şeyi.. aslında yorgun da değilim.. deneyebilirim.. hadi sıkıldm diyelim.. hayatı sorgulamaktan.. dengeyi kurmaya çalışmaktan.. kaostan sıkıldım.. sıkıldım diyorum işte bu sessiz, uyuklayan ve miskin Pazar sabahı.. bugün günlerden Pazar tanrım ne kadar da çabuk.. elli iki pazardan sadece biri daha usul usul yelkovanın kollarına bırakıyor kendini.. hüzünlü ve yalnız.. dolu dolu geçen altı günün bir sağlaması daha..uzanırken.. yatağıma vuran ışıkların uyandırışı ile güne merhaba dedi sersem benlik... Sabah güneşinin halımın orasına burasına bıraktığı anlamsız geometrik şekillere bakıyorum yarı çıplak.. güneş güne hakim oldukça dikeliyor cesurca karşımda.. ve yakıcı ışık sanki yavaş yavaş yatağıma ulaşıp, sokuluyor usulca koynuma.. bezgince kaçışım gölgeden medet umarak.. güneş, akşam serinliğini kovalayıp, sarındığım pikeden ayırırken beni .. benliğim yatağın bir köşesinde kıstırılmış.. köşelere sığınmış yaşamaya düşünceli, ürkek bir ben....

BAKIRCILAR CARSISI, GaziAnTep , Turkey, 2011 ; © TOA

>>>>Bugün günlerden Pazar.. kuş cıvıltıları ve rüzgarın hışırtısı..ardında boş bir sessizlik.. kahve rengi, ağırlığı ve ciddiyeti ile odamı gölgelere bulamaya çalışan perdelerim, belki de anca şiştiğinden yol alamayan bir yelkenli.. durgun sulara demir atmış yatak odam.. uzun zamandır sığ sularda. ıssız bir koya sığınmış.. olmayan fırtınaların geçmesini bekler gibi.. hayallerimi fersahlara ulaştıran.. içinde kaybolup daldığım, nerde dalıp çıktığımı bilemediğim düşler gemisi.. sığınmış saklanmakta.. yatak odam.. yanına alır beni bazen yolculuklarından birine.. paylaşmak ne güzeldir.. bir süreliğine de olsa.. ne mi düşünüyorum?.. kalksam ve unutmak için yalnızlığımı, kaptırsam kendimi saldırgan ve azgın bir temizlik sevdasına.. unutturabilirim.. peki kaçabilir miyim ki? Belki de en güzeli dışarı atmak kendini tanıdığın ama, asla içinden geldiğince yanaşamadıklarının arasına.. sahte sohbetler ve kahkahaların göbeğine.. hep dışarı da aramak, dışarı bağlamak cevapları; bir kaçış mıdır?.. kaçış mıdır yabancılaşmak.. farklı olduğunu hissetmek ve benzeşmek zamanla.. ve bunun tersini ispatlamaya çalışır gibi benzer bir yalınlığın sakladığı tutsak bir kimliğine bürünmek...

>>>>Bu gün günlerden Pazar.. ve ben tek başıma sıkılıyorum.. bir ucuna büzüşüp, gölgelere sığındığım, çift kişilik yatağımın bir köşesinde bir başına…

Cumartesi, Temmuz 16, 2011

Cid-den

>>>>Gerek var mıydı? bilmem ama..! Osmanlıca sözlükten baktım, "cid" süslemeye layık boyun demekmişşş.. boyun mu!?.. nee ?!.. :)) halbu ki dedem hep derdi "boş başak dik durur" diye...
wiki nin fotosudur.

Cumartesi, Haziran 25, 2011

Denge bir şeydir..!?..

>>>>Aşk mı? Başlamadan bitti.. söndü.. söndürüldü.. zaten en başından beri, “olmaz”, “yapamazsın”, “zor”, “aman kaptırma kendini” telkinleri işlendi durdu beynime.. haydi! Dedim devam, aşk hayallerle beslenir, imkansızlıkları sever… ama ; olmadı.. “aşk ı hak edene ver”, yok efendim, “emek vermeli, uğraşmalı”.. her kafadan bir ses bir paylaşım..dinledim bende saygı ile, ta ki! O sesler bir uğultu, gürültü oluncaya kadar.. özel bir plan, kurgu yapmadan içimden geleni de yaptım.. içten bir şekilde duygularımı da birebir paylaştım.. ama olmadı..Aşk senkronize bir ruh hali.. Tek taraflı bir yere kadar oluyor.. ne genel bir saldırı yapma niyetindeyim ne de ağlanıp sızlanma.. faturayı bir yere çıkartıp, yok efendim kadın milleti erkek milleti demekte boş.. bahanelerle boş bir teselli.. hırsta etmediğim için baştan olmayabilir diyordum, en başında.. Çeşitlilik ve denklik.. bakış açısı ve algılayış farkı.. yansımalar ve yanılsamalar.. anlat da anlat.. derinlemesine girersem konulara sayfalar yetmez.. Az önce demiştim ama tipik mühendislik hastalığım; Kategorize etme eğilimim, yine iş başına geçti sanırım ...

GAPgenç Festivali, GaziAnTep , Turkey, 2011 ; © TOA

>>>>Ama şu konuyu açmak istiyorum.. “Sevgi emek ister” diyorlardı ya! ben o lafı çok mekanik bulmuşumdur.. Sevgi bişey istemez ya! O da neymiş..Ne kadar ilgi alaka açlığı ile dolu bir laftır bu.. bu nasıl bir kibirli hava ile ayrışma talebidir.. ” biri bana herkesten farklı bir alaka göstersin” çünkü; ben çok özelim.. bu mudur yani!..Sevdiğin zaman sanki emek sarf etmek için çaba mı sarf ediyorsun.. İçinden geliyor.. Tipik; tümdengelimci genelleyici mantık.. -A tipi seven insanların hareketleri-ni incele sonuçlara var..duygusal sorunlara mantıksal ilaçlar.. Kesin o lafı da benim gibi klasifikasyon saplantılı, genellemeci biri etmiş.. bir şeyi tek tipleştirip, haplaştırıp insanlara sunan zihniyet, bir kısma fayda sağlıyor belki ama tek bir merhem her yaraya iyi gelebilir mi?... tam tersine bazı konularda an, kişisel fark o kadar fazla ki; herkes için ayrı merhem gerekiyor.. kendimi bu konuda boyuna sorgulayıp değiştirmeye çalışıyorum.. Genelleme yapma! Deyip duruyorum kendime., değiştirilmesi zor bir tavır.. of bu da ayrı derin bir mevzu..

>>>>Ama öyle ama böyle, yaşandı bitti neticede.. Özünde kendi çıkarımım şu oldu: Aşk ve Sevgi; bir şeyi yapmayı, bir şekilde davranmayı değil, birşey olmayı gerektiriyor.. bir varoluş sorunu.. Niye şey diyorum çünkü, denge için kendimizi ne kadar şeffaf tanıdığımız, bakabildiğimiz.. belirsiz.. bir şey ..

Pazartesi, Mayıs 30, 2011

Aşk gerçek..!..

>>>>Geçmiş.. Aşk bir körlük hali ise varlığı ne kadar gerçek olabilir.. aslında hayalperestlerin en büyük belasıdır belki de, Aşk.. Birden bire kapılıverdiğimiz körolası Aşk..
>>>>Her ne kadar savunmasız yakalamsamda bu son seferinde.. ve debelensemde her seferinde, kaçırmak için düşüncelerimi o güzelin geleceği hayalinden.. Her hüzünlü tınıda yüreğime bir çizik daha salınıyor, kör bir kasaturanın kırık ucundan... kontrolüm-aslında gerek te yok ya!..- kayboluyor, son zamanlarda.. Unutmak çabasındayım, istemeden, düşüncesizce saplanmamak için o batağa.. Halbuki bu bir hissedebilme meselesi ve o an geliyor birdenbire.. Herkesi sorgularken biri çıkıyor karşına koşulsuz inandığın.. biri çıkıyor gözlerinin içi ışıl ışıl.. Anlamlar yükleniyor,kendini içine hapsettiğin hayatına..
>>>>Üniversite de iken, Hesse yi okuduğum çağlarda edindiğim bir prensip.. hala çekiyorum bu konuda tutarlı oluşumun cezasını..
Beynimizin iki bölgesi.. iki tema.. mantık ve duygu.. iki çakışan deger yargısı.. karar verici.. ah herşeyden öte bizi yönlendirenlerimiz.. siyah ve beyaz gibi çakışırlar çoğu kez içimizde.. Hissederek yaptığımız gençlik kararları, yerini tecrübe denen ve ardına sığındığımız mantıksal döngülere bırakır.. Hisseden bir canlıdan, mantıksal döngülerin içine kendini hapseden bir robota doğru aldığımız yeni oluşumun adına da çoğunlukla, olgunlaşma deriz... işte birileri diyordu, ben üniversite iken: "ey insan olgunlaşma denen oyunda mantık adına piyon olma.. Çünkü mantık öldürüyor hislerini.." İçinde kalan son kırıntı dahi olsa o sevimli çocuğu yaşatmaya çalış.. Bu gün o çocuğun sürüklediği bir adam oldum.. yüreğimin sesini ölene kadar öncelikli olarak dinleyeceğim.. Yoksa olgun biri değil miyim?.. olgun biri: kime ve de neye göre.. "hah!.. mantık önemsiz mi diyorsun..?.."... bazen evet!.. Aşk; işte bu hassas topuz, incelmiş boynumun üzerinde bir giyotin gibi salınıyor.. Dengemi kurmaya çalşıyorum hala.. Ama ya hislerim.. Hissedilen diyarın vahşi prensi; Aşk.. egemenliğini ne çabuk verdin ellerime..
>>>>işte böyle bir gün, o özel gün, yağmurun ertesi, güneşin aydınlattığı zaman, o an.. karşıma çıkıverdin.. ben hazırdım.. hissettim.. bilmiyordum onun sen olduğunu.. yıllardır seni beklediğimi.. yüreğimin gözü seçti seni.. aslına bakarsan kadere bile inanmazdım senden önce..
Evet! mantığından arınmış savunmasz bir salyangoz gibiydim karşında.. yavaş, azimli ama çok hassas.. şeffaf ama güçsüz.. mantık dengesini yitirmiş ama AŞIK...

Salı, Mayıs 17, 2011

Büyüdük biz!

>>>>Değişiyoruz hem fiziksel hem ruhsal..peki neden..?..geçenlerde sordu bir dost!..bir değişim gerekli aslında..öyle biliyoruz..ama ne için..?..

AnTep, Turkey, 2011 ; © TOA

>>>>Geçenlerde gördüm, sokağın ortasında bir kedi, yıpranmış.. kuyruğu kesilmiş.. tek gözü yaralı.. çirkin..dolanıyordu, kokuşmuş varillerin kenarında.. Zar zor dengede duruyordu, dibine bakarak pisliğin.. Bırakılmış..sahiplenilmemiş..Yaşama savaşında bir kedi.... Sokağın bilinmeyen kedisi.. O da vahşi kedilerden.. geeçen bir sergide gördüğüm Büyük kediler geliyor aklıma.. güzellikleri ile büyüleyen büyük kediler... Bengal kaplanları; doğal ortamlarında 16 yıl yaşarken, kapalı güvenli ortamlarında 20 yıl kadar yaşıyor.. Peki ya! insanlar..?!.. beton blokların güvenli ortamında uzatmıyor muyuz mu acaba yaşamlarımızı.. doğal ortamından uzaklaşmış insancıklar mıyız?.. Doğasından uzaklaştırılmış, o sokağın, beton bloklarına özgürce serpiştirilmiş tutsak ruhlar mıyız?.. Tüm bunların hepsi yaşamı uzatmak için mi..?.. Bu dünya da bulamadığımız huzuru ve talepleri de yaratmışız aslında, zamanla.. Sunulmuş sahte cennetleri, mitlerde ustaca serpiştirip..sahte oyunlarda perdeleyerek..yeryüzündeki çirkin hurilerin elinden servis etmiş mi birileri,vazgeçimişimizin ödüllerini.?.. Sonrasında mı?.. Kurallar çerçevesinde hırslarımız ile sarılmışız, kazanma denen o adi oyuna.. Bengal kaplanlarının kürkü için öldürmesini içine sindiremeyen bazılarımız var, Evet!.. Peki ya! kendi postumuzu ne çabukta serivermişiz, çıkarlarımızı doyuran o ayaklarının altına.. Yaşıyor ve değişiyor muyuz.. Evet..!.. Üstelik uzattıkta.. yaşıyor muyuz..?.. Hayatımız ne kadar doğasında?. bize mi ait? taleplerimiz.. Parça parça büyütüp sofrada ki hakkımızı, kaşıklara sığdıramayışımız geldikçe aklıma, lokmalarımızı..Soruyorum kendime..Değişiyor muyuz: Evet!.. Evet! Ama peki ne için..?!..

Perşembe, Ocak 27, 2011

yin yang

Dubrovnik, Crotia, 2010 ; © TOA

En büyük mutluluk, mutsuzlukların sonunda yaşanmaz mı?. Mutlulukta, kederin olduğu yerde vardır aslında.. Çünkü, her ikisi de hissedebilme ve hissettiklerinle yaşayabilme becerimizin ürünüdür.

Salı, Ocak 04, 2011

Black

Gece soğuk.. çıplak ayaklarım kumlarda .. salınıyor püskül püskül saçlarım sakallarıma karışarak.. Bir kadın, siyah pelerinine dolanmış.. çömelmiş köşesinde bir başına… uzaklarda.. gelip geçen beni gözlüyor tek gözü.. dolandığı kara çarşafların içinden parlıyor tek başına da olsa ayın minasında.. tozlu bezlerin o kara deliğinde.. başıma dolanan derinliğinde.. kara çarşafların içine dalan bakışlarım, bir kan yumağı bulur orada bazen.. içimizde biriktirdiğimiz, damarları belirgin ama durağan… yürek çöküntüsü.. dayanağım; elimde tuttuğum kemikler, uylukları avuçlarımda.. yol alıyorum ayın aydığı gecede.. adımlarım buz gibi bir kuma gömülerek , aşındırsa da tabanlarımı.. kısa ömürlü olsa da.. ulaşamaz bazen düşüncemiz, Timbuktu da ki bilinmeze bile.. Halbuki cam kırıkları ile dolu yolumuzda, yaralarımızı, toza bulanmış kanımızla harç edip, döşeriz aylakların ayalarına… yaşlanmak; hatalarımızı bandajlayarak kuşanmaktır ya yaralı benliğimize.. Ve her şeye rağmen çalmaktır bedenimizi ya yollara yeniden.. hatalarım.. yapmamam gerekenler.. ayıklanmış, öğrenen şu benliğim.. ah! bu benim benliğim.. içinden gelerek neleri yapmaması gerektiğini de öğrenmişti her seferinde.... Tecrübe denen maskeleri kuşanmış düzmece melaikeler; çömelmiş, eğrilip bükülüyordu bedenleri acı içinde… yırtınmış boğazları ile sanki arafın zirvesinden seslenerek.. hırıltılı.. gitme dedi bir kedi.. kapkaraydı.. kumlar taşladı tabanlarımı yeniden.. Üzerime binmiş ağırlığımdan öte, çöldü sanki gömen her bir adımımı çakarcasına yere.. büstünden bakınarak halime, kanatların açtı bir akbaba.. bir yel çarptı; sağ yanımdan yanağıma, efendimiz zamanın tellağı kum zerreciklerini.. yürüdükçe, tepelerin ardına sakladı kendini, güneşin geceye armağını hilal.. sonunda vardım içine, zifiri kaybetmiş sessiz bir dehlize..

Dubrovnik, 2010 ; © TOA

Ya olmak vardı paramparça ama içinden geldiğince ya da yok olmak yavaşça anlamların pençesinde, alelade..