Cuma, Mart 24, 2006

Günce- "Mavi Gece"

>>>>Perdelerim acik yatarım çoğu gece.. Bazen ay gozukur yattığım yerden..Dolunay da gulumseyen bir kadın gorurum geçmişten kalma.. Ilkay' ım benim.. Neyse o ayri bir hikayedir.... yorgun girerim cogunlukla yatağıma.. ve oyle de derin uyurum.. düşlerimi hatirlayamadiğımdan yada birşey görmediğimden; ihtiyacim olanı gunduzleri görürüm...bazen öyle bir dalarim giderim... uzun otobüs yolculuklarımda, konuyu cok uzatan çalışanların karşısında, ayni şeyleri tekrar edip duran o son sevgilimle telefonun avizesinde, bilgisayarımın karşısında.. ve de servisle her sabah işe giderken... servis beni almaya geldiginde buğulu camlari ile beni içine ceker hayal gemisi.. gunaydin der ve bildik yerime otururum.. tum çalışma ahalisi elinin ayasiyla yuvarlak pencereler açmıştır buğuların içinden.. kendi actigimiz pencerelerden, dışardaki koşuşturmacaya tanik oluruz.. soğukta bekleyen ince topukların uzerinde bir akrobat ustaligi ile duran, yollardaki şu gereksiz lanet çamura sitem eden çalışan hanimlari geçip sola doneriz.. orada kalabalık bir işçi grubu paspal kıyafetleri ile bizi selamlayip gülüşür.. yeşil ışıkta durup, yollari süpüren o ufacik belediye arabasini bekledikten sonra sağa döneriz.. orada da iki hayal gemisi yolcusunu daha düşümüze dahil ederiz, bildik bir törenle....-Gunaydin..-Günaydin.. Sonrasi ise bir sessizliktir.. yada ciğerlerimize gömdüğümüz çığlıklarımız..
>>>>Aracimiz kadrosu ile tamamsa, uzun yolculuk için aldirdigimiz gazeteler paylaşılır.. Orhan bey iddia yorumlarini, aykut bey ikinci sayfa cinayet haberlerini, dinçer bey' se emlak ve araç borasisini inceler.. hakan bey mi!.. kesin uyumuştur(her boş kaldiginda uyumayi seçen bir çalışandir o)..müthiş bezgin adam hakan bey... Ben de köşe yazarlarindan can dündar, hasan pulur yada Ece temelkuranı okurum... bugün bu yazıyı yazmama sebep olan Ece Temelkuran....onun "Yalnızlık mavisi" yazisini okurken, kendimi chloe ya da zeynep ten bir yazı okur gibi hissettim (Ya da ZeD!.... N'olduysa?!..)... Son derece dişi, son derece güçlü...
>>>>Yazilanlari aktarmayi hic beceremem ama şöyle diyebilirim: "neden okumayasiniz?"
>>>>Su anda Zeynep in önerdiği india arie yi dinliyorum..Ruh dunyama zengin hediyeler sunan bu cömert arkadaslari sevgi ile aniyorum..

Arkabahce'de yalniz menekse 2002 Eskisehir ©TOA

Çarşamba, Mart 22, 2006

Deneme- "Düş"

>>>>>>Sonunda....... Sonunda bahar geldi.. Dün çalistigim yerde, ogle tatilinde, ativerdim kendimi disari..universite yillarim..yemyesil cimleri gorunce nasilda ozendim.. Uzanip topragi hissetmek istedim.. olmazdi ki!.. tek bir bulut bile yoktu gokyuzunde.. hersey berrak ve en keskin hatlari ile onumuzdeydi.. ogle arasinda bile isle ilgili konusan bu arkadaslarin arasinda, dalmisim iste....
>>>>>>Her şeyi bırakıp ta gittiğim o anı düşlüyorum... Tüm olumsuzluklar birer birer geçiyor aklımdan..Cevabım:"neden olmasın?!.."... Bahanelerime bir bir çözümler üretiyorum.. Cünkü istiyorum..... Sonra; nasilda mutluyum, özgürüm.....bu sehrin garip debdebesinde kaybettiğim ruhum nasıl da huzurlu.... Bakın güzel yüzlü bir kadın da geliyor yanıma.. Nemli dudakları ile mutlu ediyor beni yanaklarımdan... Sonra usulca dayanıyor omzuma.. Sarmalıyor ipeksi saclari ile boynumdan... Hissediyorum simdi.... Paylaşıyorum.... Onu ve tutkularını.... Karsimizda ise; sari, turuncu ve mor renklerden bir tual gibi gökyüzü... Sanki bulutlar da tanrinin eli boyar gibi kusursuz... Bir yandan da ay hilal olmus, yanina almis karanliklari, gülümsemekte... Ufak koyumuzda sandallarımizda var elbet.. Tutku ile gerilmiş cildimizde ise yansimasi... O anda yanimda biri var.. ne kim oldugu, ne benim oldugu, ne de benim onun oldugu... bir belirsizlik içinde her şey... önemli mi?....hissedebildiklerimizin yanında önemsiz her şey... başka düşüncelere kapilmadan yalnizca o anı yasayan iki kisi... sonra arkamiza bakmadan kararan gökyüzüne sitem edercesine birbirinden ayrilan yollara düsüyoruz... Umutluyuz.... Altımızda ise geçip giden asla bitmez gozuken yollar... birbirinden ayrılan yollar..... Aslinda istenen yollarda olmak... emeklerken gülümsemek bir bebegin yuzunde... gocmen kuşların kanatlarinin altinda "bakın bana! gidiyorum bende" diyebilmek... mutluluk yol almak güneşin asla batmayacagi bir yere...

Coast of B.cekmece, Istanbul 2005 © TOA

Perşembe, Mart 16, 2006

Deneme- "Ölüm ve Yasam"

Yorgunum..aksamlari eve gec geliyorum..yemek, bulasik ve ev toparlama isleri derken....ustune birde hasta olursan.....Yazı yazamiyordum...eskiden yazdigim bi notu buldum simdi...
"...Küçükken yatma zamanı geldi diyen dadım geldi aklıma.. Çocuk saati gelince karşı koyar ama aslında uykusunun geldiğini ve yataginin gercekten ozlenen dinlenmeyi saglayacagini sezinlemektedir. Ölüm sevecen ve sert bir dadidir. Saati gelince bize derki bay Henry "gidip yatma zamanımız geldi."... Biraz savunuruz kendimizi ama gene de kalbimizin derinliklerinde ozledigimiz de iste bu dinlenmedir..... HENRY WELLS"
Yillar once bu yaziyi okuyup, bir kenara not almisim...o zamanlar hep sikayet ederdim yorulmaktan..Hatta birazda tembeldim.. inanclara ters olsa da; ölüm için ne kadar dogru bir tarif.. peki yasamak?....yasamak ne demek?.. Alin teri ve cabalamak?..hergunun sabahinda bir tepenin ardindan dogan gunes ile her yeni gune yeniden uyanmak?!.. farkında olmak?... hissetmek... yurumek...dostlarinla konusmak... paylasmak... sevgilinle sevismek... bitirmek ve baslamak....... yasamak ne olursa olsun birşeyler yapmak mı?...Yasamak; sevecen ve sert dadimiz bizi uykuya yatırmaya gelmeden evvel mümkün oldugunca yorulmak mi?...

Turkish Grandpa who was live in Afyon © TOA

Cuma, Mart 10, 2006

Deneme- "Istanbul da haftasonu"

Ben mi! neler yaparım?.. işe gider, donuste bi film secer onu seyrederim.. bazen oturur kitap okurum.. bazen kara gitarimla ruhuma karalar calarim.. internet'e girer maillerime bakarim.. Sonrasi yoktur o kısacik kayip gecelerimin...yatıp bir an önce sonraki iş gununu, haftasonuna baglayacak o gunun gelmesini beklerim.. haftasonu da gelir sessizce, o yogunlugumun icinde hic hissetirmeden.. Rutinleşmiş hayatımdan basimi kaldirdiripta baktigimda, bir de ne goreyim, basucumda haftasonu.. Yalnızımdır cogu zaman.. Plan yapmak isterim belki.... Ama haftasonuna bir gun kala kimsecikler yanaşmaz plan yapmaya.. rezerve edilmistir istanbulun haftasonlari.. rastgellelige ise hic yer yoktur.. eglenmek bile başından hiç kalkmadigim bilgisayarim gibi programlanmistir istanbul da.....
istanbul ise kol kanat gerer, kucak acar yerlisine.. hele bir de hava gunesli ise...... bebek ten ortaköy'e; parklar,cicekler,rengarenk bogaz kıyılari asiklara bi siginaktir.. tutku ile hayata sevgilinin kollarinda gogus gerer cogu genc... burlarda verilir tum o yureklendirici sozler... yalan da olsa kanilmak istenen tum o sozlerin dogum yeridir istanbul..ve istanbulun kıyıları.. yorucu bi hafta dan diger bi calisma donemine ihtiyac duyulan tum enerji bu zamanlarda sarj olur tutku ile kavrulan bedenlere..bense rumeli hisarustunden bebege inerim, gunes daha tepemize cikmamisken... Gezinirim; pazar sabahinin sokaklarda eşofmanları ile gazete+ekmek alan uykulu çocuklarin yanından gecerek.. bogazda ki balikcilarada laf atarim arasira "rastgele".... balıkçılar varsa, kovalardaki minicik balıklara aç gozleri ile bakan kedilerde vardır elbet... suya vuran sabah gunesini izlerim kıyı boyunca.. arasira fotografta cekerim belki.. yeni insanlar tanirim..konusurum onlarla.. ama samimi olmak, sahiplenmek yada sahiplenilmek icin degil..yasamak icin.. o anı paylasmak icin.. cunku guzel olan budur birazda.. gunesin yuzumuze vurdugu bu yorgun kentte, bogazin kiyisinda sabahı karsilamaktir asil istenen.. ve bunu anlatacagin biri...
yada olmak anlattigim biri .....

One morning in Istanbul ©TOA

Salı, Mart 07, 2006

Deneme- "Yarin Gunes Dogunca"

Günler geçmek bilmiyordu. ?Üff! Yaz da geldi, ne evde oturuluyor ne dışarı çıkılıyor. Akşam olsa da... akşam olsa ne olacak ki? Hep aynı yerler aynı insanlar...? Evet! bilgisayarının başına oturmuş; sabah akşam bu tür fikirlerini paylaşıyordu, sanal arkadaşlarıyla. Gerçektende canı çok sıkkındı. Birden kül tablasını sıkıca tuttu. Bilgisayarına elindeki kül tablası ile vurmak istedi. Vuramadı. Kafasını kaldırdı. Küçük kutu gibi, tek yönden ışık alan bir odaydı bu-Ruhsuz bir oda-.. Hatta içindekiler bile onsuz bir anlamı olmayan değersiz maddelerdi. "Hele su bilgisayarımın üstüne acemice monte edilmiş raflara bak" diye düşündü. Ders kitaplarını bu rafa koyardı. En sevmediği raflardı bunlar.. dersleri zorunlulukları hatırlatan raflar -ders rafları adını takmıştı ya onlara-... Ders rafları acemi bir marangozun elinden çıkmış suntalardan oluşuyordu. Sunta çirkin görüntüsünü gizlemek için kese kağıdına benzer bir kağıtla sarılmıştı çepeçevre.. Soğuk, resmi, kahverengi, ince raflar; ders rafları...Önündeki bilgisayara sitem edercesine kafasını sağa çevirdi.. "İşte melankolik bir duvar" diye iç geçirdi.. Bu duvar onun fotoğraf albümü gibiydi. Fotoğraf stüdyosun' da çalışırken eline geçen amatör fotoğraflarda bu duvardaydı.. Amatör fotografcilarin fotograflari..Amatörlerde şiirsel bir güzellik, raslantısal bir doğallık vardı. Bu ender güzellikleri o kaçırmamıştı. Hemen kendine de birer tane çoğaltmıştı. Hem bu ahlaksızca eylem kime zarar verebilirdi ki! Üstelik bunlar yalnızca kendi duvarını süslerken sergilenebilecekti.. Kudüsteki rahipleri, Safranbolunun inanılmaz tabiatını kim bilir taa ne zaman görebilecekti? Şampanya rengi bu duvar da neler yoktu ki! Gökkuşakları, batan güneşler, kendi cektigi resimleri ve O... O, bir tek o resme takıldı. Duvar bir vakum gibi çekiyordu onu o an. Uzaktan bir seyyarın hiçbir zaman çözemediği gürültüsü, ardından kuş sesleri ve üstüne bir neşter gibi vurulan jetlerin uğursuz çığlıkları...sonrasında sesler yalıtıldı gerçekten...artık ayrıştıramıyordu bu sesleri; ayrıştırmasının da pek bir önemi yoktu ya!.. Hafifçe gözlerini ıslatan düşlerde; yağmurun sesini duydu.. İçini titreten soğuk bir ürperme aldı tüm benliğini... Uçurdu onu kanatları; İstanbulun limanlarında boğulmuş deniz anaları kadar masum ve ağlamaklı.. Korkuyordu ozamanlar...bir üşüme ile uyanıverdi birden gerçeğe.. düşlerden sıyırmıştı artık kendini, şimdi yalnızca o fotoğrafa bakıyordu.. Daha netti sesler ve görüntüler.. İçinden "Ah! Keşke şimdi keşke yanımda olsa da sıkıca sarılsam ona" diye geçirdi.. O arkadaşlarının "...oğlum arabesk misin, nesin?.." diye takılmasına sebep olan tek kızdı. İşte öyle bir kızdi... Bu fotoğrafı oraya koydu diye sürekli kendine kızardı. Onu hatırlamanın, düşünmenin yorgunluğundan kaçmak istiyordu... Gene kaçırdı bakışlarını, dayanamadı, son mutlu tablolarına bir kez daha baktı... Ezan sesi ona zamanı hatırlattı.. Arkadaşları bilgisayarın karşısında onu beklemekten çılgına dönmüşlerdi.. Birkaç yatıştırıcı yalan söyledi. Bilgisayarı kapattı. Ezan hala devam ediyordu. Sinirliydi; "Tamam be! öleceksek öleceğiz zırt pırt hatırlatmanın ne anlamı var." diye müezzine birkaç küfür savurdu... Hani şu adam, şimdi karşısına çıksa gelse, sarılacaktı elleri ile..... Öfkesini ona yönlendirdiğini anlayıp kendini yatıştırdı. Sonra kapının üstündeki fosforlu yazıya takıldı. EXIT!

Yildirim, Eskişehir, 1998 © TOA

Sanki her an odayı terk edip gitmesi gerekliliğini ona hatırlatıyordu bu yeşil yazı...yeşilide hiç sevmezdi ya!... Her ne kadar sevmesede kardeşi astı diye de çıkartamazdı ordan. Televizyonun kumandasını aldı.. Kendi kendine "Aman Allahım ne yapıyorum ben; bir sürü keder, acılar, adına eğlence denilen asap bozucu eylemler...." kumandayı yavaşça televizyonun üstüne bıraktı. Boşlukta bir insanın aklına ilk gelen nedense hep uykudur. O da yavaşça yatağına uzanıyordu ki! İçine girmesi ile çıkması bir oldu. Yatak ağzını açmış bir su aygırına benziyordu.. Hem uyku onu; tüm yorgunluğunu alıp, daha zinde yapacağına, daha bir sersem ayıyordu dünyaya. Uyumamalıydı. Hem yorgun da değildi ki! Duvara asılı gitarıyla ne kadar uzun zamandır ilgilenmediğini düşündü, haklıydı da. Içinden "Sevgilim olsan sen de beni terk edip gider miydin?" dedi . Uzun zamandır ona sarılıp hüzünlerini, aşklarını paylaşmıyordu. Perdeyi kapattı. Odasının çeşitli yerlerinde, demirden ve gümüşten adi şamdanları vardı. Antikamsı otantik bir merak onun ki.. gosteris degilse de oylesine bir merak... Mumlarını özenle yaktı. Loş bir bar havası katıldı odasına..hani hüzünleri tüketen ve öğüten şu bildik barlardan.. Kılıfından çıkardı gitarını, siyah teni parladı mum ışığında. Elinin ayasıyla tozunu aldı. Tüm kıvrımlarında -ince belinde- dolaştırdı elini...birkaç parça, bir kaç melodi, sonra hep aynı melodi.. hep aynı melodiyi tekrarlıyordu. "yarın güneş doğunca, tekne olur yanaşırım liman liman, yarın güneş doğunca, ey rüzgarlar! kanatlanır takılırım bulutlarına, yarın güneş doğunca...."

Dostum Tamer ATASOY © TOA

Ev üçüncü kattaydı.odanın penceresi ıssız bir ovaya bakıyordu. Uzaklardaki raylar; Anadolu?dan bir sevgiliyi yada çatlak topuklu bir kadını ve çocuklarını taşıyordu. Uzaklardaki raylar; uzaklardan, siyah çilelerle dolu eski ve soylu bir hayatı taşıyordu bu kocamış kente. Koca katar arada bir de yokluyordu, rayları çınlatarak.. ve "hey siz de yaşıyor musunuz be" der gibiydi... "Hayat var mı ki bu asi kentte ?"...... Saatine baktı. "Ne çabukta geçiverdi koca gün." Diye düşündü. Mumları söndürdü, soluk bir nefesle.. kendi karanlığına daldı.. Daldı gene kendi dünyasına.... ...binlerce karmaşa. Yetti be! Neye el atsam çöküyor, nerde nerede aradığım bu giz...Yaşam beni affet sana layık olamadım, Ey! Umut sen de kusuruma bakma. Seni hep ulaşamayacağım raflara kaldırdım. Üçüncü kat, üçüncü kat, üç kat..." karışık fikirler içindeydi. Uzun zamandır bakmıyordu penceresinden. Güneş kalın perdenin kenarların dan ise sızıyordu hala. Güneşin okları kilimi, umarsızca delip geçiyordu... Yavaş adımlarla penceresine doğru yürüdü ayakları.. İki eliyle yapıştı perdeye, var gücüyle ayırdı iki yakasını.. Birden gözüne vuran parlak ışık, gözlerini kamaştırdı.. Seyyarların titrek bağırtıları hala ortalıklardaydı.. Gözlerindeki yanma geçince etrafına şöyle bir bakındı.. Binanın yanında bir çam ekilmişti..ufak sivri tepesinde gamsız bir saksağan konmuş..sol yanından kanatlarını gagalıyordu....Kim bilir kimin balkondan neyi aşırmıştı utanmazca? Pişkin pişkin temizlenirken, olduğu yerden ayaklarıyla camı esneterek havalandı.. Sarı renkli bir battaniye gibi, çamın altında bahçenin çimlerini papatyalar sarmıştı. Bahar yaşamı gene sunmuştu, doğaya. Artık berraktı sesler; kuşlar, arılar, çocuğunu çağıran bir kadın... kadın ve doğum, doğum ve bahar, bahar ve yeniden hayata doğan bir insan... Yaşamdan yansımalar, ilk kez süzülüyordu gözlerinden. O an ışığı yaşıyordu. O an yaşanmalıydı. O gün yaşanmalıydı, yarın güneş doğunca değil, bugün güneş batmadan...Fotoğraf makinesini aldı, EXIT yazan kapıdan koşarcasına çıktı. Dışarı...

Pazar, Mart 05, 2006

Hatıra- "Izmirde Ask"

İzmir de birini sevmiştim ben.. Hassas kirilgan, urkek bir guzel..... Sesi oyle ince ve derindendi ki.. O konusurken tum kan kalbimde toplanirdi sanki.. O konusur ben titrerdim.. Usurdum sanki.. Onun sicakligina ne kadar cok ihtiyacim olsa da urkerdim ona dokunmaktan.. Sonra, bir de bakislari vardi ki!.. Bakamazdi gozumun icine.. O da korkardi sanirim..... Sabah gunesi ictigi cay'a duserken o da bakışlari ile dalardi tutsulenen duslere.. Viran gonullerin cumbasinda sabah gunesi ustumuze vurur, biz gene titrerdik.. Hep masumduk.. Bir o kadar da cocuk.. Her denilene kanan saf cocuklar kadar da birbirine inancli.. İzmir de bir kıza aşık olmustum ben adi Ebru..
Sonra; hakikaten n'oldu sonra.. Izmir de Ask; baska baska iken...n'oldu? Uzakliklar, uzaklasmalar, mesafeler, konan mesafeler.. Anlatmasi ne kadar da zor simdi.. O zamanlar ayrildiktan sonra yazdigim bir Siir olacakti burda bir yerde..

Izmir de ask

  • KORKULUK

  • Ekinler biçilmeden evvel
  • Kaçırıverirdim tüm aşk kuşlarını
  • Ardından,
  • Dönüm dönüm tarlalar
  • öksüz kaldılar
  • Tutsak geçmişimi ise kollarımdan sarkıttılar
  • paçavralar oldu üstüme ruhsuz ekinler
  • kaçırıverirdi her bir aşk kuşunu üstümdekiler
  • -göçmen aşklarsa, gökyüzünde özgür oldular
  • Aslında bilir misiniz? ...
  • Bir tek göçmen aşklar yaşar gokyuzunde...-

  • Dilim
  • nefesim
  • bakışlarım
  • göz yaşlarım
  • Tüm hissettiklerim
  • Kuşlarla göçüp gittiler
  • Alev alev ekinlerin dumanı altında
  • Hepsi bir bir,
  • ardına bakmadan yola koyuldular.
  • Her bir kuş kanatlarıyla dolanıverdi belime

  • İşte O! tüm tutsaklıkların başladığı gece
  • sırtımdan çaktılar beni yere...
  • Sen
  • Sevgimin sultanı
  • Kadınım;
  • O geçmek bilmez gecelerde,
  • Gözlerimde tutsak yaşlarim
  • Aklimda Tutsak sözlerin
  • Dudaklarımda nefes nefes
  • Ben
  • Bir tek seni beklerdim.
  • Ruhsuz ekinler biçilmeden evvel
  • Kaçırıverdim tüm aşk kuşlarını

  • Çünkü; Yoktu buğdaya un olmaktan ötesi...

Cuma, Mart 03, 2006

Hatıra- "Kuzene Mektup"

Yıllar once kusenime yazipta yollayamadigim bi mektup bu.. o zaman dusunduklerim ile simdi dusunduklerim arasinda elbette daglar kadar fark var.. yollayamadigim; icimde ukde kalan bu mektubu notlarimi karistirirken buldum... neden burda yazmayayim dedim..o zamanlar bu maili univversite sinavina girmeden once yolarsam, motivasyonunu bozabilirim diye dusunmustum..o yuzden yollamamistim..
Merhaba Sevgili kuzenim;
Yarın bir sinava gireceksin. Bu hayatinin ne en buyük sınavi ne de donemeci.. Kimseye kabullendiremedigin tek gercek; senin degismezligine inandigin benligin.. Hirslar yapmaciktir.. Kendimizi basklarina kabullendirmek, ispat etmektir..
Halbuki sahip oldugumuz ana degerler degismez.. Oz hep aynidir.. ne olurdu sanki kılıflarla ortunmesek, maskelerin arkasina saklanmasak..... Rotusler hem nereye kadar degistirebilir karekterimizi..
Iste yarın bi rotus daha atilacak karekterine..... belki bir sifat takilacak isminin onune.. seni, senin bildiginden daha guclu gostermek icin.. Ama unutma ki, guc sanilanin aksine, ustunde uygulanacak bir ozne olmadan anlamini yitirir.. Yarin sana bazi silahlar verilecek.. Elde edecegine tum kalbimle inandigim silahlar.. Umarim elindeki silahlari sevgi adina kullanirsin... Cunku paylastikca azalmayan en buyuk basarimiz, sevebilme yetenegidir.. Belki; ancak , bu dogrıultuda bir anlam kazanabilir Gucumuz..
Yarın bugunden farkli olmayacak.. gene sevgi dolu bir insan olarak kalacaksin.. Hep Sevdigim Sevgili kuzenim olarak kalacaksin.. TEBRIK EDERIM..

"Kusen ECE" ©TOA

Çarşamba, Mart 01, 2006

Deneme- "Suskun sabah "

Sabahın 5 inde kör tokmak, saatin iki çanı arasında olanca gücü ile salınıyordu. Monoton görevinden sıkılmıştı. Saat yaşamına son verme arzusu ile komidinin köşesine doğru kararsız devinimlerle ilerliyordu... Çalar saat; Hayatımızı, zamanın varlığından haberdar eden alüminyum gövdeli mekanik şeytan... Her gece, düşten gerçeğe ayar gözlerimizi. Ve her sabah, suçunun farkındaymışçasına kendini sürüklerdi ölümünün kollarına.. İnsanlara sıcak yataklarında acı çektiren zamanın tellağı ... Sırf bu yüzden en çirkin sesler takılır onun peşine. Bu yüzden, her gece onu kurmadığımızı düşünüp, tatlı bir rüyaya dalmayı yeğleriz.. Sabahsa acı sesi üzerimizi bir yel değirmenin kalın kanatları gibi uğultular ile silkeler.. Direniriz. "Kalkmayacağım", diyemeyiz.. Çenesini kapatmasını yoksa onun kafasını kırabileceğimizi söyleriz ona....
Son on santim kalmıştı özgürlüğüne, mutlak yalnızlığına son vermesine... Her sabah insanların kendisine küfürlerle seslenişlerine, sevilmeyişine, gayesizlerin tüm sorumlusu seçilmesine... tüm bunlara çelik dişlileri, alüminyum gövdesi daha ne kadar dayanacaktı. Ya bu histerik uyandırılmış insanların krizleri... Her sabah yaşanan monotonluğun tek sorumlusu kim: Mekanik şeytan. Çünkü her gece kurulan saatler değildir yalnızca, kurulan insanın yazgısıdır da aynı zamanda.... Çirkef seslerin yaratıcısı, çalar saat... Akreple yelkovanın kesiştiği göbeğe hapsedilmis zamanımız... ve doneneniyor cemberinde.. Dünyanın zembereği, tekbir hayatın devinimi, yaşadıklarımızın müsebbibi... Artık! komidinin kenarında, hayatları çalan saat.. Titrek hareketlerle ilerlemekte kendi sonuna.. Bu düşüncelerle yattığı yerden kendi saatini izliyordu uykucu.... Tek ayağı salınırken komidinin köşesinden, üstüne bir çekiç gibi indi sol eli.. Sustular..
"The child from iraq" ©TOA