Salı, Ekim 05, 2010

Değerler

>>>>Bu sabah her zaman ki gibi.. Belki biraz daha serin.. Olabildiğine alışıla gelmiş.. alışılagelmiş bir yolculuk: Hayat.. (toprak ana, gidiş-dönüş, Doğum ve Ölüm).. değiştirilemeyen güzergah... heyecan ya da hüznü barındırsa da içinde.. yolculuklar kendi başımıza.. hep tek başımıza.. Halbuki öyle vasat bir kahramandır ki Yolcu.. sabırlı bir düşü bekleyerek tüketir, tükenir..

the flowers of my Friends garden, London 2010 ; © TOA

>>>>Bu sabah dünün ve günün sorgusu aklımda.. Herhangi bir radyodan uğuldayan o gürültünün buğusunda.. Tutku ve acı... Yine giderken radyomda çalanlar.. içime kattığı her bir şey şu an kulaklarımda.. daldırıyorum ruhumu nostaljik bir havuzun gittikçe derinleşen dibine.. Üstüm başım sırılsıklam, çamurlu.. bulaşık..

Dean Art galery garden mother and son Edinburgh, 2010 ; © TOA

>>>>Flamenko.. aşkın ve hüznün müziği.. dinliyorum yine bu sabah... dinliyorum; süzülürken binaların arasından güneş.. Işıldayarak.... Işıklara varınca.. gördüm sanki.. önümden usulca geçen.. sonrasında ise bekleyen o kadını... Işıltısı sönmüş.. -miş li zamanlarda belki ne güzel ve de güçlüydü görünümü..... sanki dayanamamış yıllara.. geçkin yaşı.. Ölgün gözleri.. süzgün bakışları.. sorguluyor ve arıyor.. Umutları...... Eğik bükük duruyordu dikilmeye çalışıp bakınarak.. Görüyordu.. Son model ihtiraslarını siyah camların ardına saklamışları.. saklanmışları.. bakınırken camlarda ki kendi yansımasına.. hüzünleniyor ve duraksıyor.. Mücadele ediyordu sanki kendi ile..... dilemek veya dilenmek.. kaldırımda yürüyen normal biri gibi iken.. neden bu değişim..... bir merak sarmalıyor tüm duyularımı.. aralıyorum penceremi.. anlamlı birkaç sözcük yakalamak istercesine; sallıyorum misinamı, parıltılı sokakların kokuşmuş bataklıklarına.. sağ elini açıp arabanın birine yaklaşmak için tekrar bükülüyor bedeni.. deniyor ama olmuyor.. Yıllarını iki ayağı üzerinde geçiren o kadın... sonunda duraksadı titreyerek.. sendeleyerek sarsıldı.. boşaldı gözleri.. süzüldü suskun yutkunmuşluklar dudaklarından.. avuç avuç çaresizlikler ile acılar yumruk olmuş sımsıkı göğsüne kapanıp, kolları boşluğa sımsıkı sarıldı... Işıklarda ki bu karanlık sahneyi gören ihtiras sahipleri, bilemediler hiçbir zaman.. bilemediler; ışıkların direklerine yaslanıp hıçkırıklara boğulmuş o kadının gerçeğini.. günün oyunu oynanıyordu sanki şehrin en lüks semti İbrahimlinin o karanlık kavşağında.. Aydınlık o günün en popüler trajik oyunu; ışıklarının yeşile dönmesi ile kapattı perdelerini.. koltuklarına kurulu ürkek seyirci asıldı topuklarından güç alarak pedalına.. son sürat attılar kendilerini dışarı.. kaçarcasına... orada bırakıp gerçeği, yapayalnız, kendi rutinlerinde mutlu bilgisizliklerini sürdürüp, uzak kaldılar kendilerinden..(yırtık pırtık giysilere bürünmüş bizden farklı görünümlü bir olsa idi daha mı rahatlardık bilemem ama).. zembereği boşalmışsa da sonrasında.. kuruldu yeniden sanki.. kurulmuş o yolculuklarımızın oyuncak dünyasının birinde daha.. dev araçlarımız ile yolların azgın sularına bıraktık kendimizi.. yeniden.. bu sabah lalettayin, içimizden, ama herhangi bir kadının gözlerinde, uzun zaman sonra ilk kez çaresizlik ve umutsuzluğu yeniden gördüm..

Linlithgow Caslte Edinburgh, Scotland 2010 ; © TOA

>>>>Eşitliğin iki ucunda herhangi birinden hiçbir zaman vazgeçemediğimiz iki gerçek var.. değerler ve ihtiyaçlar.. kendimizin neresinde olduğunu bilemediğimiz ters orantılı bu denklemde iki bilinmeyen...

Perşembe, Temmuz 15, 2010

Fatso yu Sevmek

>>>>Fatso; tellerin ardına hapsolmuş yıllarca.. O meşhur bir avcı aslında.. Doğasında öldürmek varmış.. Katil Fatso yu bende bir gazetenin son sayfa haberinde tanımıştım..

Brighton Beach, 2009 ; © TOA

>>>>Bir adam, sıkılmış.. Dertlerini dağıtmak için sokulmuş kalender bir barın en ücra köşesine.. Sıra sıra sıralıyor kadehlerin boşlarını önüne... -Bir adam neden içer ki tek başına..-.... belki yeni uzaklaşmış.. Uzak kalmak istemiş.. henüz geçmiş.. çok taze duygular.. Bitkin ve kaybetmiş bir ruh..... hüzün bu, durduramaz hıçkırıklarını yalnızsan.. yudum yudum alkol, boğazına düğümler sözcüklerini.. bir tek, tek adamı yıkar kaybetmek.. ister Tek adam.. varlığını kaybettirmek, yokluğunu çoğaltmak.. unutturabilmek.. unutturulabilir mi?.. kalabalıkların arasında kaybolabilir mi yalnızlığımız?.. belki bu nedenle uzanıyor tanımadığı, her bir dibine sokulmuş uzak insana...... kaçırınca.. evet kaçırınca, kaçırttrırız bazen.. omzumuza çöreklenmişleri.. bizi her daim gözleyen o gardiyanları.. Ki! o zaman, e-bilemeyiz.. dokunamayız.. öpüşemeyiz.. hapsolur kısırlığımız, günah duvarları arasına.. Evet kaçırınca, sınırları yoktur benliğimizin..... işte o an.. aşılınca duvar.. Atıldı insan insanların içinden.. dışarı.. kendi içine, kendi gerçekliğini özgürce öğrenmeye...

Brighton Beach's sea gull, 2009 ; © TOA

>>>>Yollara düştü insan.. Nedense?.. yol aldı kendi kurtarılmışlığından başka esaretlere, üzülerek.. Dikenli telleri aşıp, katil Fatso nun yanına kadar gitti, savunmasız... Sevebilirdi her şeyi ya!.. Fatso yu bile..

Brighton Beach's sea gulls, 2009 ; © TOA

>>>>Fatso bir tuzlu su timsahı.. 5 mt uzunluğundaki, bir ton ağırlığında bir timsah.. dünyada ki en iyi avcı olarak gösteriliyor türü.. Köpek balığını bile avladığı gözlenmiş.. Yalnız ve içkili bir adam sarılıp ona.. oturunca üzerine.. Fatso tek adamı ayaklarında ısırıp bırakmış.. Uzmanlar sağ çıkmasına bile mucize diyorlar.. Doğa ve sınırlar.. Denge; karşılık beklemez.... diğer kefesi boşsa terazinin göstermez ya! gerçeği.. ama bir parçanızı alır koyabilirseniz öteki kefeye.. gerçekten bir bütünün içinde yer alırsınız.. denge oluşur kendiliğinden....... Bu haberi okuduğumda sınırlarımızın içinde, neden bulamadığımızı o sevgiyi bir kez daha algıladım.. Sonuçlara üzülmüyorum.. Çünkü doğama uygun hareket etmemin karşılığını beklemiyorum.. Bu sayede gerçekten sevebiliyorum..

Brighton Beach's sea gull -II, 2009 ; © TOA

Cumartesi, Haziran 05, 2010

Radikal Yolculuk

>>>>Yoğun bir hafta idi.. Akşam saati.. Eflatun bir şala dolamış boynunu masmavi gökyüzü.. Gerçeklerden uzaklaşmak.. istemezdi yazmamı bu şekilde eski bir sevgili ya!...... ne kadar istemese de gerçek dışı bir yazı yazmamı eski sevgilim.. şimdi o da gerçek dışı ve geçmişe dair..

>>>>Açılmak istedim yine.. eski günler eskidendi.. karanlığa gömülürken biten gün.. umutlar kapalı kapıların ardına saklanır, sabahı bekler gibi.... Ürkerek sürgülü kapının deliğinden bakanlar.. bekleyenler..

Kavaklık Parkı Gaziantep, 2010 ; © TOA

O gün;

>>>>Ailecek doluşmuşuz arabaya.. Aile saadeti, sukünet.. Sessizlik.. Durağan ve yavaşlatılmış o birlikteliğin bünyemde yarattığı, içine sığmazlık.. Pedala dayanmak isterdim ama..... köküne kadar...... --Kökünden sökmeden bir sarmaşığı, dolanır ya istemediğin her bir yere.. boğazına dolanır gibi..-- Sessiz idik, gece hakimiyet kurarken optimist o edaya.. yavaş yavaş seyrediyoruz işte!.. karamsar da değilim.. hatta nasılda atılganım.. içimde bir fırtına.. bu durumu değiştirmek.. değişimi başlatmak.. isterdim.. en başından, en başında benden... gözümün görebildiği virajlara dalıyorum hızla.. kulağıma uzanan.. bilincimi sıyırttırıp geçen.. uçuşan sözcüklerden kaçarcasına.. her bir küçümseme aslında bir yarayı kanırttırmak içindir bedeninde.. öldürmez ama yaralarsın, vicdanına su serperek.. her bir küçümseme, kendi benliğinden bir geçmişi çıkarır tavan arasındaki küflü sandıktan.. komplekslerimiz.. sözcükler bazen nasılda tarumar eder, aşağılar.. sözcükler şiddetle çalınıyor kulağıma.. hedefine kilitlenmiş bir bomba gibi yıkıcı.. sözcükler düştüğü yerin ardını, yeniden yapılanmasını düşünmeden.. atılıyor ortaya karışık fütursuzca.. sözcükler; bir “beni” yok ederek, bir başka “ben” i oldurmaya yönelik.. neden mi?.. farklılığa karşı geçmişten geleni devam ettirmek istercesine belki..

Kavaklık Parkı Gaziantep, 2010; © TOA

>>>>Güliver sahilde uzanarak uykuya dalmış cüceler ülkesinde..her şeye gücü var.. uzanmış sahile, düşlüyor işte.. ardından iplerle çekiştiriyorlar.. ayaklarını bağlamışlar.. uyarıyorlar devler ülkesinde kendini nasılda çaresiz minicik hissedeceğini söyleyerek.. Cücenin gözünden bir devden rahatsızlığın nasıl olduğunu belirterek.. “gitme” demenin samimiyetsizliği ile.. Halat halat korkuları salıyorlar onun üzerine.. O düşlerken.. kendi limanlarına demirlemek için o heyecanı.. Devler ülkesinde bir cüce ya da cüceler ülkesinde bir dev olmak kim bilebilir yaşamadan.. Belki de ne gerek var!.. kendi gerçeğini yaşayabilecek kadar cesursan..

Kavaklık Parkı Gaziantep, 2010; © TOA

>>>>Sessizdik... Yalnızca; hız kontrolünü bir polis edasıyla yapan babamın kontrolünde yol alıyorduk hala.. Yavaş yavaş...

“Uzunlarını yakma karşından gelenlere”

uzunları yakmamalıyız, evet!.. Uzakları görebilmek, mesafeleri kısaltır çünkü.. Çünkü alternatif güzergahı olmayanlar için yol bitmemelidir.. Evet!. yollar elbette çukurlarla doludur.. Kısaları yakarsan, yavaşlamalısın çukura sokmamak için arabanı.. Ya da uzunları yakarsın sana karşı olanlara inat!.. Aslında aracımızı geceleri daha çok çukurlara daldırmamızın nedeni de bir görme kusuru değil midir?.. (Soyut konulara dalma diyen ah o eskiler!..) Yolları bir kaçış hevesi ya da bir araç(enstrüman) olarak görenler.. Hayatında aslında doğum ile ölüm arasında alınan bir yol olduğunu kabul etmek istemezler.. Bir sonu kabul edemez çoğu insan.. yol hep devam etmelidir ya!.. fasit bir çemberin için dolansa da.. diriliş efsanaleri ve sonrası hep vardır.. Çünkü; umutları yeşertir gidebilmek, yapabilmek.. Peki ya gidemeyenler.. Kontrolü başkasına verip, sonra uzaktan eleştirenler.. Yolu bitirmek istemez bazıları, çünkü varmak yüzleşmektir.. Başarı da olayın sonuna geldiğimizi bize unutturan bir morfin gibidir ya!.... Eğer yeni yollar hep varsa hayatında başarıların o kadar önemi de olmayacaktır belki... Bazıları hızla, koşturarak gider ölüme.. köklercesine hayatı.. bazıları ise ne kadar yavaş giderse o kadar çok içinde yaşadım sanır hayatın..

>>>>Arabaya doluşmuşuz Ailecek.. Köküne kadar abanıp hayatın pedalına, radikal değişimlere gebe kalmak isterdim ya!... Nafile..

Pazar, Ocak 10, 2010

Borcum var...

>>>>Günler geçiyor..Tüketmek,Tükenmek..Hep bir şeyler katmak, çoğalmak fikri..uzaklaşıyorum bu fikrimden yavaş yavaş..Bir mail geldi bugün..Hep aklımda olan bir düşünce..bir konu...Hep blog uma yazmak istediğim ama bir türlü zaman ayıramadığım bir fikri, birileri slayt a dönüştürmüş...Sevgili bir e-zat...yazmak isteğimin güdüleyicisi oldu; küçük bir örtüşme..bende düşünmüştüm demek, her ne kadar samimi gözükmese de..Tereddüt etsem de..kendi gerçekliğimden yegane sorumlu kişi olarak, yazmaya karar veriyorum yine....

Cezaevinde adanan umutlar, Diyarbakır, 2009 ; © TOA

>>>>Ben aşk çocuğuyum aslında.. Baharın arzulu çığlıkları, yeniden dirilişin ve yenilenmenin heyecanı, bir mart akşamı karışmış tohumlarıma..Güvenli bir ortamda çoğaldım, büyüdüm herkes gibi..Bilinmez ama huzurlu, karanlık ama güvenli....Tüm olumlu şartlara rağmen bende hissederek, uzaklaşarak başladım hayata...Algılayabildiğim ve yorumlayabildiğim yaşantımın ötesinde, büyük bir ayrılık ve güven kaybetme tecrübesi yaşadım herkes gibi..herkes gibi..Herkeste olan bir şeyi vurgulamak, ne yarar sağlar ki! Demese miydim?.. Hepimizin geçimişinde ortak olan bir tecrübe yi yaşamış olmamın bana ne faydası olabilir ki?!..Hayatı katlanılmaz olarak düşünenlere bunu aktarmak bence çok anlamlı...ortak bir acıyı paylaşmakta bir o kadar manidar benim için.....işte herkes gibi doğmuşum bende; belki biraz daha toplu ve sağlıklı.........sonra tipik bir ilgi, alaka...üstüme titremeler, sevgi dolu geçen yıllar.. ilk sözcüklerimi üretinceye kadar geçen süre de; malum hikayem de herkes gibidir eminim....Hani; “almadan vermek tanrıya mahsus” derler ya!..bende herkes gibi hiç vermeden hep aldım yıllarca...yıllar sonra duyduğumda tanrı ya dair bu tür inançları, hiç anlam veremedim..Acılara dayanma panzehirini doğuştan aldığımız bir tecrübe ile başlamıştık halbuki herkes gibi....çok çektim tecrübesizliğimin vücüdumda bıraktığı yaralardan..Aşklarımın yüreğime sapladıklardan..geri çekilmedim yine de..en başından beri ben hep merakla uzanmıştım ya! dostlarıma.. -dostlarıma diyorum; çünkü düşmanım kimdi ki veya neydi..?.. yoktu ki!..-....korkmuyordum....Cesur ve delikanlı gözükmesemde; korkmadım insanlardan, karanlıktan ve yalnız kalmaktan... konuşulanların hep ilk anlamı vardı kafamda.... yaklaştığım gibi de tepkiler aldım.. şanslı mıydım?.. degildim aslında.. Sadece şansızlıklarımı abartacak kadar vaktim yoktu.. aslında neyi ararsam o cevaplarda beni buluyordu.. Aldatılarak, aldatılmamayı öğreniyordum.. Mutlu olabilmek için mutlu edebilmek gerektiğini yaşayarak görüyordum.. -daha önce de demiştim..Hala arkasındayım o fikrimin..-..

Uzanan çocuklar, Mardin, 2009 ; © TOA

>>>>Mutlu olabilmek bile o kadar zor değildi aslında...... Mesele güneşin tenime sıcak temasının ve yeni kesilmiş çimlerin buram buram bıraktığı o hoş kokunun yarattığı heyecanı hala duyumsayabilmemde idi.... Hala içimde o koku, bir heyecan uyandırır ve küçük tebessüm kondurur yanaklarıma.. Hatırlarım koşuşumu çimlerde.. Alaca basarken akşama, uzanırdım yorulunca, çimlere.. En konforlu yatağın yumuşaklığında yaşadım yorgun ve huzurlu uzanışımı.. Serinliği ürpertince gecenin, yıldızlı bataniyeye sarınarak, başucumda yakardım dolunayı.. Aydınlatırdı hayallerimi geceye inat.. Bir bedel ödemek zorunda kalmadım, çünkü yoktu.. Yaşayabilmem yeterdi, hissetmek için..kurallar yada kurumlar değildi aslında özgürlüğümü kısıtlayan.. En çok hayallerimi, gerçekliğimi kaybetmemdi beni kapıların ardına tıkalayan... Aslında o kadar guzel yaşadım ve yaşıyorum ki!..... Büyü-ME denen oyunda hala mızıkçılık yaparak son ebe olmaya çalışıyorum... Saklanıyorum.. Bazen pikniklerde ip atlarken bazende elimde uçurtma çimlerde koşarken.. Tatlı yakalanmalara kurban olsa ve ayyuka çıksada gizlediklerim.. saklıyorum, saklanıyorum içimde.... Her istediğim olmasa da keyif alıyorum hayatımdan.. Tek bir sebebe bağlayamam.. Ne işimden, ne yerimden ötürü; gayet memnunum hayatımdan.. Tüm istediklerim olmadı diyorum ama, aslında o kadar çok şey aldım ki!.. Tanıdıklarımdan veya kurumlardan da başka, çok başka yerlerden..Çok şey kattılar bana..Nasıl geri ödeyeceğimi bilemiyorum.. Sıkıntım bu.. Ödemekten çok keyif aldığım hiç bitmeyen bir iyilik borcum var; öznesi belli olmayan bu Dünya ya....